22 Temmuz 1886’da Almanya’nın Alto Hessen eyaletindeki Trais-Münzenberg köyünde doğdu. Bir öğretmenin ikinci oğluydu. Ağabeyinin adı Adolf, küçük kız kardeşinin adı ise Emilie’ydi. 1920 yılında ünlü aktris Johanna “Honi” Möller ile evlendi ve bu evlilikten çocuğu olmadı.
Ortaokulda iyi bir öğrenciydi ve 1907’de yazılı çalışmalarının mükemmelliği nedeniyle sözlü sınavdan muaf tutuldu. 16-19 yaşlarındayken Hessen’deki Friedberg’de öğretmen okuluna yazıldı.
Mainz yakınlarındaki Breizenheim’da bir yıl öğretmenlik yaptıktan sonra Giessen’de ciddi çalışmalara başladı ve ardından Heidelberg Üniversitesi’nde okudu. Grenoble’da ve Paris’teki Institut d’Accouchement Tornier’de tıp eğitimi aldı ve Bad Kreuznach’ta genel tıp pratiği yapmasına rağmen Münih’e dönerek kadın doğum ve jinekoloji alanında uzmanlaştı. Doktorasını 1913 yılında aldı.
Woehrmann Line’ın yolcu gemilerinde bir yıl tıbbi asistan olarak çalıştı. Dietzanbach’ta doktorluk yaptı ve 1915 yılında özel olarak genel tıp pratiğine başladı.
I. Dünya Savaşı sırasında Batı Cephesi’nde ve ardından Thüringen’deki Ohrdruf Esir Kampı’nda sağlık subayı olarak görev yaptı. Çatışmadan sonra zengin ve nüfuzlu kişiler için alternatif tıp uygulamaya başladı. Bu iş onun için çok verimli oldu ve küçük bir servet biriktirdi. O kadar başarılıydı ki Theodor Morell, İran Şahı ve Romanya Kralı’nın bile ilgisini çekmişti.
Eşinin de yardımıyla Berlin’de, asistanı Dr. Richard Weber ile birlikte röntgen, yüksek frekans, diatermi, radyasyon, galvanik tedaviler, idrar tahlili ve kan serolojisi sunan, modern ekipmanlarla donatılmış bir muayenehane kurdu. 1932’deki yıllık geliri 150.000 Reichsmark’tı.
Nobel Tıp Ödülü sahibi bakteriyolog Ilya Mechnikov ile çalıştığını ve prestijli tıp fakültelerinde ders verdiğini iddia ediyor ve kendisini profesör olarak tanıtıyordu. Pasaportunda da bu şekilde görünüyordu. Birçok Avrupa ilaç şirketinde hissedar olarak görev yapmıştır.
1933 yılında Nazi partisine (Alman Nasyonal Sosyalist Partisi – NSDAP) katıldı ve Eva Braun’un kişisel asistanı olan fotoğrafçı Heinrich Hoffman ile tanıştırıldı. Partide bazı aksilikler yaşadı. Çünkü çok sayıda Yahudi hastası vardı ve kişisel görünümü nedeniyle Yahudi olmakla suçlandı. Bunun üstesinden geldikten sonra Berlin’deki Kurfürstendamm yerleşim bölgesine taşındı ve kendini zührevi hastalıklar uzmanı olarak adlandırmaya başladı. 1936’da Heinrich Hoffman’ı belsoğukluğu için tedavi etti ve onu iyileştirdiğini iddia etti.
Hoffman aracılığıyla, kişisel fotoğrafçısı olduğu Adolf Hitler’le tanıştı. O sırada Hitler bağırsak gazından ve vücudunun her yerinde kaşıntıdan muzdaripti. Hoffman Berchtesgaden yakınlarındaki Berghoff’ta bir partiye davet edildi. Theodor Morell, Hitler’e bir yıl içinde hastalığını tamamen iyileştireceğine dair güvence verdi ve o andan itibaren Führer’in kişisel doktoru oldu. Tedaviye başladığı andan itibaren Hitler’in yakın çevresinin bir parçası oldu.
Diğer NSDAP liderleri onun hastası olurken; Speer, Göring ve diğer bazıları onu bir şarlatan olarak gördü. Dr. Karl Brandt da onun mesleki niteliklerinden şüphe duyuyordu. Ancak bu durumda Brandt aynı zamanda Führer’in kişisel doktoru olduğu için mesleki kıskançlıktan da kaynaklanmış olabilir. İki doktor, ünlü hastalarına hangi tıbbi tedaviyi uygulayacakları konusunda tartışarak birbirlerine rakip oldular. Dr. Brandt, Morell sahneye çıkana kadar 1933’ten beri Hitler’in kişisel doktoruydu.
Çekoslovakya’nın ilhakı sırasında Çek Cumhurbaşkanı Emil Hacha, Hitler’in gücünden o kadar korkmuştu ki bir toplantıda bayılmış ve Morell onu ayıltmak için doktorun sadece vitamin olduğunu söylediği ama amfetamin de içerebilecek uyarıcılar enjekte etmişti. Hacha iyileşti ve Hitler’in tüm dayatmalarını kabul etmek zorunda kaldı. Bu da Çekoslovakya’nın Birinci Dünya Savaşı öncesindeki haline dönüşmesine neden oldu.
Theodor Morell, 20 Temmuz 1944’te Hitler’e yönelik suikast girişiminin ardından, ABD ordusu tarafından cephede deneysel olarak yeni kullanılmaya başlanan topikal penisilini kullanmaya başladı. Morell savaştan sonra Amerikan istihbarat subayları tarafından sorgulandığında penisilin hakkında hiçbir bilgisi olmadığını iddia ettiğinden, bu ilacı nereden edindiği hâlâ bir muammadır. Dahası, Hitler’in yakın çevresinin üyeleri Sığınak kitabı için sorgulandığında, bazıları Morell’in bir ürünü penisilin veya sülfa olarak hileli bir şekilde tanıtan bir şirkette önemli miktarda hisse sahibi olduğunu iddia etti.
Nisan 1945’e gelindiğinde Hitler günde 28 hap ve birkaç enjeksiyon (birçoğu glikoz olmak üzere) alıyordu. 22 Nisan 1945’te Morell, artık tıbbi yardıma ihtiyacı olmadığını söyleyen Hitler tarafından Berlin’deki Führerbunker’den kovuldu.
Theodor Morell, Berlin’den şehir dışına yapılan son uçuşlardan biriyle kaçtı. Ancak Amerikalılar tarafından yakalandı ve 17 Temmuz 1945’te resmen tutuklandı. Hitler’in kişisel doktoru olarak sorgulandı.
Kendisini sorgulayan Trevor Roper, Morell için “Bir domuzun hijyenik alışkanlıklarına sahipti” demişti. Obez, ağır kalp ve böbrek hastası ile konuşma güçlüğü çeken Morell, 26 Mayıs 1948’de felç geçirerek öldü.
Hitler Almanya’nın başına geçtiğinde kişisel doktoru Dr. Brandt idi. Ancak daha sonra bu ünvanı Theodor Morell aldı.
Kaynakça:
Kategorinin diğer yazıları için bu bağlantıya tıklayabilirsiniz.
]]>Anna May Wong, Piccadilly (1929), Ejderhanın Kızı (1931) ve Şanghay Ekspresi (1932) gibi filmlerde hem Hollywood hem de Avrupa’da başarı bulan Asya asıllı Amerikalı aktristir. Çinli bir Amerikalı olarak, genellikle beyaz yapımcılar ve izleyiciler tarafından beklenen, Asya klişelerine uyan daha küçük rollerde oynamasına rağmen, Wong yine de kendisine verilen rollere kendi damgasını vurmayı başardı. 1961’de 56 yaşında vefat etmeden önce sessiz ve sesli filmler, tiyatro ve televizyonu kapsayan bir kariyer inşa etti. Wong, o zamandan beri zor koşullarla uğraşan ve sonraki nesiller için bir iz bırakmaya yardımcı olan ikonik bir Asya asıllı Amerikalı aktris olarak tanındı.
Wong, 3 Ocak 1905’te Los Angeles- California’da, Wong Liu Tsong’da doğdu. Ailesi, Wong Sam Sing ve Lee Gon Toy, ikinci nesil Çinli Amerikalılardı. Wong’un büyükanne ve büyükbabası, 19. yüzyılın sonunda Çin’den Amerika Birleşik Devletleri’ne henüz göçler kısıtlanmadan önce Kaliforniya’ya geldi.
Wong, ailesinin yedi çocuğundan ikincisiydi. Aile bir çamaşırhane işletiyor ve işyerine yakın bir yerde yaşıyordu. Wong çamaşırhanede çalışarak veya müşterilere teslimat yaparak büyüdü.
Wong, ablasıyla birlikte gittiği entegre ilkokulda, sınıf arkadaşlarının ırkçı alaylarına katlanmak zorunda kaldılar. Wong daha sonraki dönemde bu deneyimi hakkında “Her gün bizim için bir işkenceydi” diyecekti. Ailesi daha sonra kızları Çinli bir Amerikalı öğrenci grubuna sahip olan Çin Misyon Okulu’na kaydetti.
Wong’un çocukluğu, ona Çin Mahallesi’nde çekilen Hollywood filmlerini görme fırsatı verdi. O kadar çok ilgi gösterdi ki , “Meraklı Çinli Çocuk” olarak adlandırıldı. Wong filmlerde kariyer yapmayı hayal etse de babası buna sıcak bakmıyordu. Ancak Anna vazgeçmeyerek babasını ikna etti ve figüran olarak The Red Lantern’da (1919) oynadı.
Wong, 1921’de oyunculuk üzerine yoğunlaşmak için liseden ayrıldı. 17 yaşındayken Madame Butterfly’dan esinlenilen “The Toll of the Sea”de (1922) başrol oynadı. İlk Technicolor filmlerinden olan filmde iyi bir performans sergiledi. Wong’un Bağdat Hırsızı’nda (1924) Moğol bir köle kız (veya casus) olarak Douglas Fairbanks’ın yanında yer alması onu daha büyük bir başarıya taşıdı. 1924’te kendi yapım şirketi The Anna May Wong Productions’ı kurdu. Beceriksiz bir iş ortağı yüzünden şirket kısa sürede batmanın eşiğine geldi. Böylece Wong filmlerde tekrar rol almaya devam etti.
Yine de Wong, Hollywood tarafından kısıtlanmış hissediyordu. Beyaz aktörlerin Asya rollerinde oynamaları, Asyalı görünmek için makyaj ve kostümler kullanmaları yaygındı. “Sarı surat” olarak bilinen uygulama, ırkçı bir terim olmakla kalmayıp aynı zamanda “Gerçek Çinliler yerine, yapımcılar Çinli rolleri için Macarları, Meksikalıları, Amerikan Kızılderililerini tercih ediyor” diyerek nasıl sınırlandırıldığını dile getiriyordu.
Yapımcılar, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki melezleşme karşıtı yasalar sayesinde filmlerde ırklar arası yakınlaşmalara izin vermiyordu. Bu, Wong’un beyaz aktörlerle romantik yakınlaşmaları içeren roller için uygun olmadığı anlamına geliyordu. Bunun yerine, genellikle ya itaatkar bir kadın ya da entrikacı bir “ejderha kadın” olarak daha küçük rollerde oynadı.
Wong’un Hollywood’da karşılaştığı sınırları göz önüne alarak, 1928’de Avrupa’ya gitmeye ve kariyerini Almanya ve İngiltere’de sürdürmeye karar verdi. Son sessiz filmi olan 1929’daki Piccadilly ile beğeni topladı.
Wong, Londra’da Laurence Olivier ile 1929’da, A Circle of Chalk oyununda ve Viyana’da yazdığı bir müzikal oyun olan Tschun-Tshi ile ortaya çıktı. Avrupa’da bir model olarak çalışan Wong, aynı zamanda bir moda trend belirleyicisi oldu.
1930’da Wong, On the Spot oyunu için Amerika Birleşik Devletleri’ne geri döndü. Anna May Wong, daha sonra Paramount Studios ile anlaştı. Ejderhanın Kızı (1931) ile filmin afiş yıldızı olarak yerini aldı. Şanghay Ekspresi (1932) filminde ise Avrupalı arkadaşı olan Marlene Dietrich ile ekranı paylaşmıştı.
Melodramatik filmlerin ötesinde pek fazla rol alamayan Wong, 1933’te verdiği bir röportajda hayal kırıklığını şöyle dile getirmişti:
“Neden Çin sineması her zaman filmlerde kötü adamı canlandırıyor ve bu zalim kötü adam neden cani, hain, çimenlerde bir yılan. Biz öyle değiliz. Kendi erdemlerimiz var. Kendi davranış ve onurlu kurallarımız var. Bunları neden ekranda hiç göstermiyorlar?“
Pearl Buck’ın kırsal bir Çinli aile hakkındaki romanına dayanan The Good Earth’ün film versiyonu 1935’te çekilirken, Wong başrolünü oynamayı umut edmişti. Filmin test çekimleri yapıldı ama yapımcılar tarafından role uygun görülmedi. Daha sonra Wong’dan, işbirlikçi bir cariye olan Lotus’u test etmesi istendi. Sonunda ona bu rol teklif edildi, ancak şu sözlerde reddetti: “Benden – Çin kanıyla – Çin karakterlerini canlandıran tamamen Amerikalı bir oyuncu kadrosunun yer aldığı filmdeki tek sempatik olmayan rolü yapmamı mı istiyorsunuz?” Trajikomik olan ise Anna May Wong’un istediği rolün daha sonra Luise Rainer’a Oscar kazandırmış olmasıydı.
The Good Earth için hayal kırıklığına uğrayan Wong, Hollywood’dan uzaklaştı ve 1936’da Çin’i ziyaret etti. Orada, bu rollerden kendisinin sorumlu olmadığını söylese de fazlasıyla eleştirildi. Daha sonra , “Çok Amerikalı olduğum için Çinliler tarafından ve Çinli rolleri oynamak için diğer ırkları tercih ettikleri için Amerikalı yapımcılar tarafından reddedilmek oldukça üzücü bir durum” dedi.
Gezi, Anna May Wong’a Çin ve kültürü hakkında daha fazla bilgi edinme şansı verdi. The New York Herald Tribune ve The Los Angeles Times için yolculuğu hakkında makaleler yazdı .
Daughter of Shanghai (1937), Wong’a alışılmadık bir şekilde, Kore asıllı Amerikalı bir erkek ile başrol oynama fırsatı verdi. Dünya Savaşı patlak verdiğinde Japonya tarafından işgal edilen Çin için para topladı.
Wong, 1942’de oyunculuktan emekli oldu. Ancak ara sıra film ve TV gösterileri yapmaya devam etti. 1951’de, sanat tüccarı olarak bir günlük işte çalışan amatör bir araştırmacıyı canlandırdığı The Gallery of Madame Liu-Tsong adlı bir TV dizisinde başrol oynayan ilk Asyalı Amerikalı oldu.
Wong, Portre in Black (1960) filminde Lana Turner’ın hizmetçisi olarak küçük bir rol aldı. Son filmi The Savage Innocents’ta (1961) rol aldıktan sonra Flower Drum Song müzikalinin Hollywood versiyonuna hazırlandı. Ancak prodüksiyon başlamadan önce vefat etti.
Hayatı boyunca hiç evlenmeyen Wong, 3 Şubat 1961’de California, Santa Monica’da öldü. 56 yaşında ölen Wong’un ölüm nedeni kalp kriziydi. Ölmeden önce yıllarca karaciğer hastalığından muzdaripti.
Diğer biyografik yazılara göz atmak için linke tıklayabilirsiniz.
]]>