Kurban Bayramı, Müslümanlar için önemli bir ibadettir. Bayram günü, insanların Allah’a kurban etmek üzere hayvanları kesmeleri beklenir. Kurban, Allah’a sadakadır ve insanların kendilerini daha iyi bir insan olarak yetiştirmelerine yardımcı olur. Ayrıca, kurban etinin paylaşılması, insanların birbirlerine yardım etmelerini sağlar.
Kurban Bayramı, genellikle üç gün boyunca kutlanır. İlk gün, kurban kesim günüdür ve insanlar genellikle sabah erken saatlerde hayvanları keserler. İkinci gün, insanların kurban etlerini paylaşmaları günüdür. Üçüncü gün ise, insanlar arkadaşları ve aileleriyle birlikte bayramı kutlarlar.
Kurban Bayramı için hazırlık yapmak önemlidir. İnsanlar genellikle kurban için hayvanları önceden satın alırlar. Ayrıca, bayram öncesi evler temizlenir ve bayramlıklar satın alınır.
Kurban Bayramı için yapılması gerekenler :
Kurban Bayramı, Müslümanlar için önemli bir bayramdır ve insanların Allah’a sadakatlerini göstermelerine olanak tanır. Ayrıca, kurban etinin paylaşılması, insanların birbirlerine yardım etmelerini sağlar.
Kurban Bayramı, Hicri takvimlere göre düzenlenir ve tarihi her yıl değişir. Bu nedenle, Kurban Bayramı ne zaman 2023 yılında 28-29-30 Haziran ve 1 Temmuz tarihlerine denk gelmektedir.
Kurban Bayramı sırasında kesilen hayvanlar, kurbanlık hayvanlar olarak adlandırılır. Kurbanlık hayvan seçimi, önemli bir konudur ve insanların dikkatli bir şekilde yapması gerekmektedir. Aşağıda kurbanlık hayvan seçiminde dikkat edilmesi gereken bazı noktalar bulunmaktadır:
Kurban Bayramı, insanlar için önemli bir ibadettir ve kurbanlık hayvan seçiminde dikkatli olunması gerekir. Kurbanlık hayvanlar sağlıklı, yetişkin ve ahlak kurallarına uygun olmalıdır. Maliyeti de kişinin bütçesine uygun olmalıdır. Kurbanlık hayvanın bakımı da dikkat edilmelidir.
Bayram Namazı Nasıl Kılınır ?
Mehmetçik vakfı resmi kurban bağış sitesi için buraya tıklayabilirsiniz.
Bayram namazı, Müslümanlar için önemli bir ibadettir ve bayram günlerinde kılınır. Bayram namazı, iki rekat olarak kılınır ve genellikle cemaatle kılınır. Aşağıda bayram namazı nasıl kılınacağı hakkında bilgiler bulunmaktadır:
Bayram namazı, Müslümanlar için önemli bir ibadettir ve bayram günlerinde kılınır. Abdest alınarak, cemaatle kılınır ve iki rekat olarak kılınır. Namazda Fatiha okunur ve rüku ve secde yapılır. Selam verilir ve kurban kesimi veya kurbanlık hayvanın kesiminden sonra tekrar kılınması tavsiye edilir.
Kurban Bayramından önce Ramazan Bayramı Ne Zaman 2023 sorusunun cevabı için buraya tıklayarak ilgili konumuzu okuyabilirsiniz.
]]>Bu makalede Anglikan inancının ne olduğunu, tarihini, inançlarını ve ibadet şekillerini inceleyeceğiz.
Anglikanizm İngiltere Kilisesi’nin öğretilerine dayanan Protestanlık, Roma Katolikliği ve diğer Hristiyan mezheplerinin unsurlarını içeren bir Hristiyanlık koludur. Kral Henry VIII‘in Roma Katolik Kilisesi’nden ayrılıp İngiltere Kilisesi‘ni kurduğu 16. yüzyılda başlayan uzun ve karmaşık bir tarihe sahiptir.
Özünde Anglikanizm, İngiltere Kilisesi’nin geleneksel öğretilerini sürdürmeye çalışan ve aynı zamanda bu öğretilerin bireysel olarak yorumlanmasına izin veren bir Hıristiyanlık ifadesidir. Son derece ademi merkeziyetçidir ve çok çeşitli inanç ve uygulamalara sahiptir. Anglikanlar İncil’in otoritesine, İsa Mesih’in öğretilerine ve sakramentlere olan inançlarında birleşirler.
İlgili İçerik: Monoteizm Nedir ve Neyi Savunur?
“Anglikan” kelimesi adından da anlaşılacağı gibi İngiliz veya İngiltere’den gelen anlamına gelmektedir. Ama bu anlamının dışında Anglikanizm mezhebine mensup kişiler için sıklıkla kullanılmaktadır.
Anglikanizm, 16. yüzyılda İngiltere Kralı 8. Henry’nin Roma Katolik Kilisesi’nden ayrılarak kendisini İngiltere Kilisesi’nin başı ilan etmesiyle başlamıştır. Bu olay İngiliz Reformu olarak bilinir ve Hıristiyanlık tarihindeki en önemli olaylardan biri olarak kabul edilir.
İngiltere Kilisesi 19. yüzyılda High Church ve Low Church olarak ikiye ayrılmıştır. High Church inanç ve uygulamalarında daha geleneksel ve muhafazakâr iken, Low Church daha ilerici ve değişime açıktı.
19. ve 20. yüzyıllarda, esas olarak 1799’da kurulan Kilise Misyonerlik Derneği‘nin çabalarıyla tüm dünyaya yayıldı.
Anglikan Kilisesi, 16. Yüzyılda Kral 8. Henry’nin Roma Katolik Kilisesi’nden ayrılmaya ve Papa yerine kendisini İngiltere Kilisesi’nin başı ilan etmeye karar vermesiyle İngiltere’de ortaya çıkmıştır.
Henry VIII, Aragorn’lu Katherine’in kendisine erkek bir varis bırakmaması üzerine evliliğini feshetmek istemiş, ancak Roma Kilisesi buna izin vermeyince, fesih işlemine devam etmek ve Anne Boleyn ile evlenmek için kiliseden ayrılmıştır.
Anglikanlar; İncil’in otoritesi, İsa Mesih’in öğretileri ve kutsal ayinler de dahil olmak üzere ortak bir dizi temel inancı paylaşmaktadır. Ayrıca İngiltere Kilisesi’nin önemine inanırlar ve geleneksel öğretilerine bağlı kalmaya çalışırlar.
Anglikan ibadetinin ana konusu, Kutsal Komünyon olarak da bilinen Efkaristiya‘dır. Bu ayin Hristiyan ibadetinin temel eylemi olarak görülür ve İsa Mesih’in bedeni ve kanının sembolleri olarak ekmek ve şarabın paylaşılmasını içerir. Anglikanlar ayrıca Vaftiz, Konfirmasyon ve Hastaların Meshedilmesi gibi çeşitli diğer sakramentleri de uygularlar.
Anglikanlar ayrıca dua ve ruhsal gelişimin önemini vurgular. Dua, Hristiyan inancının önemli bir parçası olarak görülür ve Anglikanlar genellikle günlük, sabah ve akşam duası gibi özel ve kamusal dua biçimlerini uygularlar.
Anglikanizm son derece adem-i merkeziyetçidir ve çeşitli kolları vardır. En yaygın kolları İngiltere Kilisesi, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Episkopal Kilisesi ve Kanada Anglikan Kilisesi‘dir. Her kolun kendine özgü inanç ve uygulamaları vardır. Ancak hepsi İngiltere Kilisesi’nin geleneksel öğretilerini sürdürmeye çalışır.
İngiltere Kilisesi Anglikanizm’in orijinal koludur ve temel inanç ile uygulamalarının kaynağıdır. Ruhani lideri olarak kabul edilen Canterbury Başpiskoposu tarafından yönetilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Episkopal Kilise ikinci büyük kol olup, İngiltere Kilisesi gibi bir başpiskopos tarafından yönetilmektedir. Kanada Anglikan Kilisesi üçüncü büyük kol olup bir başpiskopos tarafından yönetilmektedir.
]]>Tarih öncesi dinlere dair mevcut kayıtlar çok tanrılı inançlara olduğu kadar tek tanrılı inançlara da işaret etmektedir. Tek tanrılı bir dine dair en eski kayıt Yahudilik inancından gelmektedir.
Yahudilik bir din olarak MÖ 19. yüzyılda, Peygamber İbrahim’in zamanında yayılmaya başladığı tahmin edilmektedir. MÖ 10. yüzyıl gibi erken bir tarihte, Yahudi halkının sadece din yoluyla değil, aynı zamanda çeşitli gelenekler yoluyla da örgütlendiğine dair kanıtlar bulunmaktadır.
Tek tanrı inancı olan dinlerde Tanrı her şeyin yaratıcısı ve evrenin devamlılığından sorumlu olandır. O, eşsiz, bölünmez, sevgi dolu (katı olsa da) ve her şeyden önce tekil, yeri doldurulamaz bir yüce varlık olarak anlaşılır.
O, insanlığın ahlaki ve manevi rehberidir. Yaratıcısı olmasının yanı sıra, onu diğer varlıklardan üstün görür ve bu nedenle ondan belirli davranış kurallarına uymasını ve ibadetleri talep eder.
Monoteizm’de Tanrı kutsal, ulaşılmaz, bütünsel ve ebedi bir varlıktır. Her şey onun elindedir ve her şeyi izlemektedir. Onun kararları ve emirleri genellikle ilahi bir gizem, insan zihninin çözemediği ama daha yüksek bir düzeni gerektiren bir muamma olarak anlaşılır.
Yahudilik bahsedildiği üzere tek tanrılı dinlerin ilkiydi. Yahudi halkına adanmış tek, yüce, ebedi bir Tanrı olduğunu ve Yahudi halkının onun gözdeleri olduğunu savunur.
Tanah’a (Kutsal Kitap’ın Eski Ahit’teki karşılığı) göre, Tanrı ile Yahudiler arasındaki antlaşma çok eski zamanlarda yapılmıştı. Bu durum Yahudi geleneğinde tüm erkeklerin sünnet edilmesiyle temsil edilir. Bu antlaşma, Sina Dağı’nda Musa peygambere vahyedilen on emirle de desteklenmektedir.
Diğer tek tanrılı dinlerden farklı olarak Yahudilik aynı zamanda kültürel bir gelenektir ve etnik bir grup olan İbranilerin tarihiyle bağlantılıdır. Diğer tek tanrılı geleneklerin aksine, Yahudi halkı hiçbir zaman başkalarından din değiştirmelerini talep etmemiş, ancak kendilerine katılmayı seçenlere tam bir kabulle davranmıştır.
Hristiyanlık kutsal metinleri Yahudilikten miras almıştır. Bunlara dayanarak Nasıralı İsa’nın, Tanrı’nın yeryüzündeki oğlu olduğunu ve ölümünden sonra Baba Tanrı tarafından göklerin krallığına alındığını savunur.
Tanrı ile insanlık arasındaki bu yeni antlaşma İsa Mesih’in adıyla ve onun kurban edilmesiyle kutsanmıştır. Hristiyanlıkta Tanrısı sevgi, cömertlik ve bağışlama gibi yeni sıfatlara da sahiptir.
İnsanlığa, dünyanın diğer halklarına müjdeleme yoluyla aktarılması gereken büyük Hristiyan erdemlerini emanet etmiştir. Hristiyanlığa göre, Kıyamet Günü’nde kurtuluşları buna bağlı olacaktır.
Muhaliflerine göre Kutsal Üçlü (baba, oğul ve kutsal ruh) kılık değiştirmiş bir çok tanrıcılık biçimidir. Ancak Hristiyan inancında Tanrı’nın çokluğu ve aynı zamanda birliği, Tanrı’nın bir ve tek olduğunu hiçbir şekilde inkâr etmeyen kutsal bir gizemdir.
Hristiyanlık her zaman putlara ve sahte tanrılara tapınmayı kınamıştır. Bununla birlikte, inananlarının gelenek ve alışkanlıkları arasında ibadet etmek ve hatta Katolik kutsal takviminin birçok üyesinden birine dualar adamak yer alır.
İslam veya İslamiyet olarak da adlandırılan Müslüman dini, Yahudilik ve Hristiyanlıkla birlikte İbrahimi dinlerin üçüncüsüdür. Tek ve yüce Tanrı olan Allah’ın insanlar tarafından içten ve dıştan saygı görmesi gerektiğini savunur.
İbadet, cömertlik, umut, samimiyet ve hürmet gibi ibadet edenin içsel eylemleriyle yapılabilir. Öte yandan, hac, oruç, sadaka ve iman ikrarı gibi harici ibadetler yoluyla da yapılabilir.
İslam’a göre, Tanrı’ya dua aracısız, doğrudan olmalı ve O’ndan başka hiç kimseye ibadet edilmemelidir. Bu yüzden peygamberlere, azizlere ya da Allah’ın kendisinden başka hiç kimseye dua edilemez.
İlginizi Çekebilir: Japonların Dini İnançları Nelerdir? ⛩️☸️
Zerdüştlük veya Mazdeizm, Ahura Mazda adlı tek bir Tanrı’ya inanan bir İran dinidir. Bu ilah her şeye kadir ve her şeyi bilendir ama şekilsiz, soyut ve aşkındır ve bu nedenle şekil veya suretle temsil edilemez.
Bu Tanrı her şeyin yaratıcısı ve var olan her şeyin tek kaderidir. Büyük Fars şairi Firdevsi, onu dinin kutsal kitabı Saname’de anlatmıştır.
Monoteizm yani Tektanrıcılığın aksine Politeizm yani Çoktanrıcılık, birçok farklı tanrının var olduğu bir dini doktrindir. Bazı durumlarda tanrılar panteonlar ya da localar halinde örgütlenirken, diğerlerinde sadece doğada yaşarlar.
Çok tanrıcılık genellikle tanrıları arasında doğal veya ruhani dünyanın bölgelerini dağıtır ve onlara özellikler, alanlar, kişilikler ve genellikle kozmogoni (evrenin kökeni) olan bir etkileşim tarihi atfeder.
Bu nedenle çok tanrılı dinler, günümüzde Hinduizm’de ya da tanrıları Olimpos Dağı’nın zirvesinde yaşayan Antik Yunan’da olduğu gibi birçok eski dinde olduğu gibi, tek tanrılı dinlere kıyasla daha az yapılandırılmış ve daha heterodoks olma eğilimindedir.
Tektanrıcılık ve çoktanrıcılık arasındaki temel fark nedir?
Çok tanrıcılık birden fazla tanrıya inanmaktır. Tek tanrıcılık, tek bir tanrıya veya ilahi varlığa inanılması bakımından çok tanrıcılıktan farklıdır.
Tektanrıcılık ile çoktanrıcılık arasındaki fark, sadece kaç tane tanrı olduğu gerçeğinin ötesine geçer. Aslında tektanrıcılığın çoktanrıcılıktan daha geç veya daha ayrıntılı bir dini form olduğu düşünülür. Ancak böyle bir iddiayı destekleyecek gerçek bir kanıt yoktur.
Genel olarak, tek tanrıcılığın işe yaradığı felsefi kesimlerde çok tanrıcılık işe yaramaz ve bunun tersi de geçerlidir. Örneğin, çok tanrıcılık evrendeki kötülüğün ve karşıt güçlerin varlığını daha iyi açıklayabilir. Öte yandan, tektanrıcılık her şeyin kökenini daha iyi açıklayabilir ki bu da tek ve aynı şeydir: Tanrı.
Tektanrıcılık, ibadeti doğayla ilişkilendirmeye gerek duymadan daha soyut bir şekilde üstlendiği için panteizme göre dinin daha modern bir versiyonunu temsil eder. Panteizm doğaya ve topluma ilahi bir karakter verirken, monoteizm tek ve biricik tanrının iradesini görür. Bu nedenle evren anlayışlarında pek çok benzerlik olabilir.
İlgili İçerik: Felsefede Teleoloji Nedir?
]]>Teleoloji kelimesi Yunanca “son”, “amaç” veya “hedef” anlamına gelen telos (τέλος) ve “akıl”, “bilim”, “inceleme” veya “söylem” anlamına gelen logos (λογία) kelimelerinden gelmektedir.
Teleoloji, temel amacı yeryüzünde yaşayan cansız varlıklar da dahil olmak üzere her varlığın amacının incelenmesi ve analiz edilmesi olan bir bilimdir. Belirli bir amaca veya nesneye ulaşmak için belirlenen hedefler üzerine, belirli bir gerçekliğin nihai nedenlerine açıklamalar bulmaya da odaklanan bir dizi çalışmadan oluşur.
Antik çağlardan bu yana birçok filozof, yemek yemek için kullanılan kaşık gibi, insanlar tarafından yaratılan ve kullanılan nesnelerin dışsal bir amacı olduğu fikrini savunmuştur. Bununla birlikte, doğadaki varlıkların insanlar için yararlı olmalarının ötesine geçen içsel bir amaca sahip olduğu doğal bir teleoloji olduğu da belirtilmiştir. Böylece Aristoteles meşe palamudunun meşe ağacı olma amacını taşıdığı fikrini savunmuştur.
Aristoteles ve Platon olduğuna inanılmaktadır.
Teleoloji, doğanın bir amacı olduğunu reddeden atomistler tarafından Antik Çağ’da hızla reddedilmiştir; ancak fikirleri insanlık boyunca varlığını sürdürmüş, özellikle Orta Çağ’da Hristiyan düşünürler tarafından Modern Çağ’a kadar savunulmuştur. Yine de Immanuel Kant’ın Yargı Yetisinin Eleştirisi‘nde ve Hegel‘in felsefesinde teleolojinin izlerine rastlanabilir.
Günümüzde bazı çağdaş bilim insanları ve filozoflar teleolojik kavramların hala geçerli olup olmadığını tartışmaktadır. Bu kavram Türlerin evrimi ve insan bilincinin ortaya çıkışıyla da ilişkilendirilmiştir.
Teleoloji terimi antik Yunan felsefesinde Platon ve Aristoteles tarafından ortaya atılmıştır. Platon bu kavramdan Phaedo‘da bahseder; burada Sokrates’in sözleriyle tüm fiziksel olguların açıklamalarının teleolojik olduğunu belirtir. Aynı metinde Sokrates, sırasıyla maddi ve nihai nedenler olarak gördüğü bir nesnenin zorunlu ve yeterli nedenlerini ayırt edemeyenlerden yakınır. Dolayısıyla, bu Platonik diyalogda, bir nesneyi ya da bir bedeni oluşturan malzemelerin onun hareket etmesi ve eylemde bulunması için yeterli olmadığı, ancak bunu yapmasına yol açan bir amacın olması gerektiği söylenir. Böylece Platon, dünyanın düzeninin ardında, şeylerin tüm amaçlarından sorumlu olan ve onları idealar dünyasının evrensel modellerinden (arketipler) yaratan akıllı bir tasarımcı olması gerektiği fikrine ulaşmıştır.
İlerleyen zamanlarda Aristoteles, bir atomist olan Demokritos’un felsefesini, evrendeki farklı varlıklar (varlıklar ve şeyler) arasındaki tüm etkileşimleri salt zorunluluklara indirgediği ve bu varlıkların sahip olabileceği amaçları unuttuğu için reddetmiştir. Bu filozof aynı zamanda Platon’un akıllı bir tasarımcı fikrini reddetmiş ve varlıkların amaçlarının doğa tarafından verildiğini ileri sürmüştür. Aristoteles daha sonra evrenin dört nedenden, dört teleolojiden oluştuğunu öne sürmüştür:
Bu filozof ve aralarında Epikuros ve Apollonialı Diogenes’in de bulunduğu diğerleri için nihai neden felsefe için en çekici olandı. Ancak diğer üçü olmadan evren ve varoluş açıklanamazdı.
Teleoloji, 1620 yılında Francis Bacon tarafından yazılan Novum Organum‘un yayınlanmasından sonra bir çözülme sürecine girmiştir. Bu kitapta Bacon, teolojik açıklamaların bilinemez olarak bir kenara bırakılması gerektiğini, böylece tüm araştırmaların verimli ve somut açıklamalara odaklanması gerektiğini öne sürmüştür.
Buna rağmen teleoloji, Aristotelesçilik felsefesinde varlığını sürdürmüştür. Örneğin Hegel, özneyi ulusların, kültürlerin, etnik kimliklerin ve benzerlerinin kolektif vizyonları tarafından tanımlanan bir evrene sürüklenmiş olarak tasavvur eder. Bu vizyonlar, her biri tarih içinde bir hedef aradığı ve bu nedenle sürekli çatışma halinde olduğu için birbirine karşıttır. Teleolojik anlatılar olarak da bilinen bu büyük anlatılar, günümüzde Postmodernizm tarafından küçümsenmektedir. Bu hareket, bu anlatıların azınlıkların ve bireysel varlıklar olarak öznelerin kendi tarihlerini bastırdığını savunmaktadır. Yine de Teolojik anlatılar, keşiflerin, eserlerin, fikirlerin ve yazarların kronolojik olarak düzenlendiği ve böylece her şeyin bilindiği bir sonun varsayıldığı bilgi alanlarında varlığını sürdürmektedir.
Başlıca özellikleri şunlardır:
İlginizi Çekebilir: Felsefi Kavram: Apeiron Nedir?
Kaynakça:
]]>Nihilizm ne demek?: İster dini, ister siyasi veya sosyal olsun, her türlü inancı, ilkeyi veya dogmayı reddeden felsefi düşünce akımıdır. Kelime, Latince nihil yani ‘hiçbir şey‘ kelimesinden gelir ve ‘doktrin’ ya da ‘sistem’ anlamına gelen -izm son ekiyle biter.
Nihilizm, varoluşun anlamsız olduğunu düşünen felsefi akımlar arasında yer alır. Varoluşa anlam veya amaç kazandıran doğaüstü bir varlık olmadığını savunur. Dolayısıyla yaşamın da bir anlamı yoktur. Çünkü doğrulanabilir bir açıklaması yoktur.
Bu anlamda nihilizm; kültürel değerlerin, geleneklerin ve inançların derin bir eleştirisini içerir.
Nihilizm, hiçbir şeyin var olmadığını ve anlam ya da amacın bir yanılsama olduğunu savunan bir felsefi görüştür. Öte yandan din, bir tanrının ya da tanrıların varlığına ya da yokluğuna dair inançlar sistemidir.
Peki nihilizm ile din arasındaki fark nedir? Oxford İngilizce Sözlüğü’ne göre “nihilizm” “varoluşun nesnel bir değeri ya da anlamı olmadığı doktrini”, “din” ise “bir tanrının ya da tanrıların varlığına ve insanların onlara itaat etme görevine olan inançtır”. Yani temelde nihilizm, dünyada hiçbir değer ya da anlam olmadığını savunan felsefi bir pozisyon iken, din daha yüksek bir gücün varlığına dair inanı kabul eder.
Nihilist bir kişi hayatın anlamsız olduğuna ve yaşamanın bir anlamı olmadığına inanan kişidir. Bu tür kişiler genellikle depresyondadır ve hatta intihara teşebbüs edebilirler. Bazı insanlar sevdikleri birinin ölümü gibi büyük bir yaşam olayı yaşadıktan sonra nihilist olabilirler. Diğerleri ise hayata karşı her zaman bu bakış açısına sahip olmuş olabilir.
Nihilizmin kökeni antik Yunan’da Kinik (Cynic) okulunda bulunabilir. Ancak 19. yüzyılda Rusya’da özellikle genç entelektüel kesim arasında popüler hale gelmiştir. Büyük nihilist filozoflar olarak Friedrich Nietzsche ve Martin Heidegger’i görebiliriz.
Kinik okul MÖ 4. yüzyılda Aristides tarafından kurulmuştur. Ancak en popüler filozofu Diogenes’tir. Kinikler nihilizmle ilişkilendirilir çünkü kurulu düzene karşıdırlar. Gelenekleri, görenekleri, yasaları, normları ve kurumları eleştirirler. Onlara göre, bunlar insan için bir esareti temsil etmektedir.
Nihilizmin öncüleri Kinik okulunda bulunsa da terim Rus yazar Ivan Turgenev tarafından tanınmıştır. 1862 tarihli Babalar ve Oğullar adlı eserinde, o dönemde genç Rusların ebeveynlerinin kuşağını çevreleriyle ilişkilerindeki ikiyüzlülükleri nedeniyle nasıl eleştirdiklerini anlatır. Bu gençler yerleşik normları, ahlakı ve değerleri sorgularlar.
Ancak terim, Friedrich Heinrich Jacobi‘nin 18. yüzyılın sonunda (1799) filozof Fichte’ye gönderdiği ve Immanuel Kant’ın fikirlerini eleştirmek için kullandığı bir mektuptan gelmektedir.
Uzun vadede “nihilist” terimi, geleneksel düzene karşı çıkarak “hiçbir şeye inanmamakla” suçlanan genç ve radikal kuşaklar için bir aşağılama ve hakarete dönüşecekti.
Nihilizmin kurucuları, Yunanistan’da M.Ö. 4. yüzyılın ikinci yarısında Antisthenes tarafından kurulan ve en büyük temsilcisi Diogenes olan Kinik Okul’da bulunabilir.
Nihilizmin en önemli özellikleri şunlardır:
Başlıca Nihilizm temsilcileri şunlardır:
Nihilizmin organize bir bütün olarak tek bir doktrini olmasa da, genel olarak şunları savunur;
Nihilizm genellikle umutsuzluk, olumsuzluk ve genel bir umut eksikliği ile ilişkilendirilir. Bununla birlikte, nihilizmin epistemolojisinde görülebilecek daha olumlu bir yanı da vardır. Nihilizm bilginin mümkün olmadığını ya da en azından kesin olmadığını savunur. Bu olumsuz bir görüş gibi görünebilir, ancak aslında bazı çok olumlu sonuçları vardır.
Yeni başlayanlar için, bu hiçbir zaman hiçbir şeyi kesin olarak bilemeyeceğimiz anlamına gelir. Bu kötü bir şey gibi görünebilir, ancak aslında bazı çok olumlu sonuçları vardır. Hiçbir şeyden asla kesin olarak emin olamayacağımız anlamına gelir ki bu da hayata karşı daha alçakgönüllü ve açık fikirli bir yaklaşıma yol açabilir. Aynı zamanda kendi inançlarımızdan da asla kesin olarak emin olamayacağımız anlamına gelir ki bu da başkalarına karşı daha hoşgörülü ve toleranslı bir tutum takınmamıza yol açabilir.
Genel olarak, nihilizm epistemolojisinin bazı çok olumlu sonuçları vardır. Hayata karşı daha alçakgönüllü ve açık fikirli bir yaklaşıma yol açabilir ve başkalarına karşı daha hoşgörülü ve kabullenici bir tutuma yol açabilir.
Friedrich Nietzsche nihilizmde varoluşun anlamsızlığını kabul etmeye yönelik iki karşıt tutum olduğunu öne sürmüştür: Aktif ve Pasif Nihilizm.
Pozitif nihilizm olarak da adlandırılan Aktif Nihilizm, başta Tanrı inancı olmak üzere varoluşa anlam kazandıran tüm geleneksel değerlerin yok edilmesini ve bunların yerine tarihte yeni bir anın, yeni bir ahlakın ve yeni bir insanın ortaya çıkışını başlatacak başka değerlerin yerleştirilmesini öneren nihilizmdir.
Negatif ya da Pasif nihilizm ise Tanrı’nın ölümü ve bunun yarattığı anlam krizinin bir sonucu olarak ortaya çıkar.
Bu anlamda pasif nihilizm kendini umutsuzluk, eylemsizlik ve yaşama arzusundan vazgeçme gibi tutumlarda gösterir. Çünkü o zamana kadar kendisine anlam katan doğaüstü bir varlığa sahip olan yaşam artık sürdürülemez, boş ve anlamsız hale gelmiştir.
Felsefede Nihilizm, iki büyük Alman filozofun çalışmalarıyla bağlantılıdır: Friedrich Nietzsche ve Martin Heidegger.
İlki bu kavramı Hristiyanlığı tanımlamak için kullanmıştır. Nietzsche, Hristiyan dininin nihilist olduğunu, sıradan, günlük yaşamda anlam bulmayı reddettiğini, ölümlülük ve acıdan arınmış bir öte dünya hayalini tercih ettiğini açıklar. Nietzsche bu boşluğu “Tanrı’nın ölümü” olarak adlandırmıştır.
Heidegger ise bunu “varlığın kendisinden geriye hiçbir şeyin kalmadığı” durum olarak tanımlamıştır. Zira bu doktrin varlığın salt bir değere indirgenmesinden ibaretti. Üç ilkeye dayanan bir hareket olduğu varsayılmaktadır:
Bu metodoloji, hiç kimsenin herhangi bir siyasi görüşe sahip olmaması ve bunun yerine tüm siyasi kurumları yıkmaya çalışması gerektiğini belirtir.
Hayatın hiçbir anlamı olmadığı görüşü hakimdir. Her yerde, her noktada herkesin evren için hiçbir değeri yoktur. Varoluşçu nihilizm, varoluşçuluk olarak adlandırılan felsefe dalıyla örtüşmektedir.
Etik nihilizmi kendi ahlak felsefesi olarak gören bir kişi hiçbir etiğin olmadığına inanır. Dolayısıyla, kendilerini ya da bir başkasını herhangi bir etik standarda tabi tutmak için hiçbir neden yoktur.
Bu nihilizm biçimi, bilginin geçerliliğini sorgulayan bir şüphecinin düşüncesinin bir adım ötesine geçer. Bu durumda nihilizm, bilginin var olmadığını ifade eder. Alternatif olarak, evrende bilgi varsa bile biz ona ulaşamayız. Dolayısıyla hiç var olmasa da olur.
Nihilistler Tanrı’nın varlığını, iradenin kesin özgürlüğünü, mutlak bilginin imkânını reddederler.
Ateizm nihilizmle yakın ilişkilidir. Ateizmin zorunlu olarak nihilizme yol açtığı iddia edilir. Çünkü ateizm zorunlu olarak materyalizm, bilimsellik, etik görecelilik ve intihar duygularına yol açması gereken bir umutsuzluk duygusu ile sonuçlanır. Bunların hepsi nihilist felsefelerin de temel özellikleri olma eğilimindedir.
Nihilizm ve ateizm birbirinden çok farklı iki şeydir. Nihilizm, hiçbir şeyin özünde bir anlam ya da değer taşımadığı inancıdır. Ateizm ise basitçe herhangi bir tanrıya inanmamaktır.
Nihilizm genellikle olumsuz bir felsefe olarak görülür çünkü umutsuzluk hissine yol açabilir. Eğer hiçbir şeyin anlamı ya da değeri yoksa, o zaman yaşamanın ne anlamı var? Herhangi bir şey yapmanın anlamı nedir?
Öte yandan ateizm çok daha olumludur. Ateistler insanların yaşamda kendi anlam ve değerlerini yaratabileceklerine inanırlar. Hayatlarımızı uygun gördüğümüz şekilde yaşayabilir ve yaptığımız şeylerde değer bulabiliriz.
Ateizm ayrıca kanıtlarla desteklenme avantajına da sahiptir. Herhangi bir tanrının varlığına dair hiçbir kanıt yoktur. Bu nedenle ateist pozisyon çok daha rasyoneldir.
Nihilizm yaşaması zor bir felsefe olabilir, ancak cazibesi de vardır. Bazı insanlar için hayatın nihai olarak anlamsız olduğu fikri özgürleştirici olabilir. Bizi bir başkasının standartlarına veya beklentilerine göre yaşamak zorunda olmanın baskısından kurtarabilir.
Sonuç olarak neye inandıklarına karar vermek her bireye kalmıştır. Doğru ya da yanlış bir cevap yoktur.
Kaynakça:
“Nihilizm Temsilcileri Kimlerdir” başlıklı yazımıza benzer içerikler için bu bağlantıya tıklayabilirsiniz.
]]>Bazı inançlar kültürümüzde derin köklere sahiptir. Normalde bu inançlar gerçekle karışık efsane havası taşır. Ancak nesiller boyunca toplumda aşılanmışlardır. Bu kültürel inanışlarından biri de nazardır. Varlığı hiçbir zaman bilimsel olarak kanıtlanmamıştır ama yüz binlerce insan bunun mümkün ve gerçek olduğuna inanmaktadır.
Bir insanın diğerine sadece bakarak onda kötülük üretebilmesiyle ilişkili popüler bir inanıştır. Bu, çağlar boyunca aktarılan ve birçok farklı tedavisi olan bir tür lanettir.
Bir kişi nazara sahip olduğunu düşündüğünde, kötü şansa maruz kalabilir ve hatta genellikle psikosomatik nitelikte olan bazı açıklanamayan rahatsızlıkların kurbanı olabilir.
Nazar, Arapça bir kelime olup; “N-Z-R” kökünden gelen bir mastardır. “Bakmak, görmek, gözün algılaması, göz ile mülahaza etmek, bakış atmak, bakışlarını çevirmek, yan bakış, iltifat, itibar, niyet, beklemek, düşünmek, tasarlamak, aklından geçirmek, dikkatini vermek…” gibi anlamlara gelir. Türkçeye geçerken mana değişikliğine uğramış ve “ayn=göz” kelimesi karşılığında kullanılmaya başlanmıştır.
Nazar kelimesi, Türkçe’de ise kem göz manasına gelmekle beraber daha ziyade gelme, uğrama, değme ve etme fiilleriyle birlikte; nazara gelme, nazara uğrama, nazar değmesi ve nazar etme şeklinde kullanılmaktadır.
Yine Türkçe’de beğenilen bir şeye kıskançlıkla bakmak ve zarar verecek şekilde onu etkilemek manasında “nazar etmek (göz değmesi)”, Arapça’da ise “nazra (isabetü’layn)” şeklinde kullanılır. Göz değmesin diye takılan mavi boncuk veya bunun yerine tutan başka şeye “nazar boncuğu” denilmektedir. “Nazarlık” ise göz değmesinden korunmak için kullanılan şeyler için genel bir ifadedir.
Türk Dil Kurumunun yayınlamış olduğu Türkçe sözlükte nazar, “Belli kimselerde bulunduğuna inanılan; insanlara özellikle çocuklara, evcil hayvanlara, eve, mala-mülke, hatta cansız nesnelere de zarar veren bakışta ki çarpıcı ve öldürücü güç,” olarak tarif edilmektedir.
Nazar inancı çok farklı ülkelerde ve kültürlerde kabul görmüş bir inançtır. Bundan dolayı nazar inancının kökenini ve başlangıç tarihini kesin hatlarla belirlemek pek mümkün olamamaktadır. Nazar konusunda en kapsamlı çalışmayı yapmış olan Alan Dundes nazarın Mezopotamya kökenli bir inanış olduğunu ve su-hayat, kuraklık-ölüm ilişkisi çerçevesine giren bir telakkiye dayandığına işaret eder.50 Nazar inancının yaygınlığına ilişkin coğrafi bir inceleme yapan Seligman ise bu inancın Tevrat zamanından beri mevcut olduğunu ve Orta Doğu’da, Arap kaynaklarında ve Avrupa’nın her tarafında yaygın olduğunu göstermiştir.
Eski Sümer, Babil, Mısır, Grek, ve Roma kültürlerinin yanı sıra Sami, Pers, Hint ve çeşitli Avrupa kavimlerini kapsayan geniş bir coğrafya üzerinde hem geçmişte hem de günümüzde yer alan bu inanışın başlangıcı tam olarak bilinmemekle beraber milattan önce 4000 yılına kadar gittiği kabul edilmektedir. Konuyla ilgili yapılan araştırmalar nazar inancının Uzakdoğu, Güney Afrika, Avustralya, Amerika’nın yerli toplumlarınca bilinmediği ve bunlara girişin geç tarihlerde ve Avrupa kanalıyla gerçekleştiği ileri sürülmektedir.
Bu araştırma ve değerlendirmeler ışığında nazar inancının Ortadoğu merkezli olduğu ve dünyanın pek çok yerine de buradan yayıldığı görüşü ortaya çıkmaktadır.
Nazarın belirtileri yaşa, nazarın türüne ve nazarın atılma şekline göre değişir. Ancak her yaşta kişiyi zayıflatmayı amaçlayan fiziksel ve psikolojik belirtiler vardır. En yaygın semptomlar şunlardır:
Belli bir sebep olmadan önceki gece iyi uyumuş olmanıza rağmen sürekli esniyorsanız ya da birisiyle konuşurken esnemekten kendinizi alamıyorsanız bu üzerinde bir nazar olduğunu düşündürebilir.
Çocuklar, zayıf oldukları düşünüldüğünden nazara belki de en yatkın olanlardır. Bebeklerde ve çocuklarda nazarın belirtileri şunlardır:
Bir kadın farkında olmadan nazara maruz kalmış olabilir. Kadında nazar belirtileri olduğunu gösteren bazı işaretler vardır. Bir kadın aşağıdakilerden herhangi birini yaşarsa bu nazar değdiğinin bir göstergesi olabilir:
Bir kadın kendisine nazar değdiğine inanıyorsa laneti kaldırmak için yapabileceği bazı şeyler vardır. Tuzlu suda banyo yapmak ya da adaçayı yakmak iyi seçenekler olabilir. Ayrıca nazara karşı koruduğu söylenen muska veya tılsımlar da takabilir.
Bir kişide nazar olduğunda, bakışlarının başkalarına zarar verebileceği söylenir. İnanışa göre bu zarara gözler aracılığıyla aktarılan kötü niyetli bir güç neden olmaktadır. Nazarın hastalığa, ölüme ve talihsizliğe neden olabileceği söylenir.
Nazarın bulaşabileceği birkaç yol vardır. Bir başkasını kıskanan veya haset eden bir kişi tarafından kasıtlı olarak verilebilir. Ayrıca bakışlarının zarar verdiğinin farkında olmayan biri tarafından kasıtsız olarak da verilebilir.
Kendinizi nazardan korumanın birkaç yolu vardır. Bunlardan biri, negatif enerjiyi saptırdığı söylenen muska veya tılsımlar takmaktır. Bir diğeri ise nazarı olduğu bilinen birinin gözlerine bakmaktan kaçınmaktır.
Nazar söz konusu olduğunda ortada pek çok yanlış kanı vardır. İnsanlar genellikle nazarın kişiden kişiye geçen bir şey olduğunu ya da sadece belirli insanların nazara duyarlı olduğunu düşünür. Ancak gerçek şu ki herkes nazara maruz kalabilir.
Nazara yakalanma olasılığınızı artırabilecek birkaç şey vardır. Örneğin, başarılarınız veya iyi talihiniz hakkında sürekli övünüyorsanız nazarın dikkatini çekme olasılığınız daha yüksektir. Benzer şekilde, kendinizi her zaman tehlikeye atıyor veya risk alıyorsanız nazar değme olasılığınız da artar.
Peki en çok kime nazar değiyor? Aslında bunu söylemek zor. Görünüşe göre herkes eylemlerine ve davranışlarına bağlı olarak nazara maruz kalabilir. Bununla birlikte nazar değme olasılığı diğerlerine göre daha yüksek olan belirli insan grupları vardır.
Örneğin, hamile kadınların ve yeni doğan bebeklerin nazara daha açık olduğu düşünülür. Bunun nedeni bebeklerin yeni yaşamı ve doğurganlığı temsil etmeleridir ki bu da bazı insanlar için bir tehdit olarak görülebilir. Benzer şekilde hayatlarında çok fazla başarı yaşayan insanların da nazara yakalanma olasılığı daha yüksektir. Bunun nedeni iyi talihlerinin başkaları için bir tehdit olarak görülebilmesidir.
Bu duruma “koruyucu hekimlik” de diyebiliriz. Çünkü göz değmesi isabet etmeden önce alınabilecek tedbirlerdir. Koruyucu hekimlik, tıbb-ı nebevinin önemli ve başta gelen esaslarındandır. Hz.Muhammed sünnetinde hastalıkların tedavisinden önce, hastalıklardan korunma ve hastalığa yol açan sebepleri ortadan kaldırmak esastır. Bu durumda İslami itikate göre dua etmek, abdest almak, nazar değmesi muhtemel güzelliklerin saklanması gibi yollara başvurulabilir.
Kur’an dışında yer alan nazardan korunma yolu yöreye göre çok çeşitlilik arzeden nazarlıklardır. Nazarlığı ise şu şekilde tarif edebiliriz: “nazar değmesine karşı korunmak için kullanılan mavi boncuk, delikli taş, at nalı vb. gibi şeylere verilen addır.” Böyle mavi boncuk, muska, çörek otu, maşallah gibi birkaç nazarlığın bir arada olup bir takım teşkil edenlerine ise “nazarlık takımı” denir.
Kutsal kitaplarda yer alan tedavi usulleri dışında halk arasında nazar isabet ettiğine inanılan kişiyi, tedavi etmek için başvurulan yöntemler genel itibariyle şunlardır:
Uygulanan bu yöntemlerle nazarın tedavi edildiğine inanılır. Halk arasında bu yöntemleri ocaklar ya da emici kadın denilen kişiler yapmaktadır. Yapılan bu işlemlere de “urasa” denilmektedir.
Kaynakça:
“Nazarın Belirtileri Nelerdir” yazımıza benzer yazılar için bu bağlantıya tıklayabilirsiniz.
]]>