Tarih – Sarı Baykuş http://saribaykus.com Gece Kuşlarına Rehber Bilgiler Wed, 28 Dec 2022 02:11:40 +0000 tr hourly 1 http://saribaykus.com/wp-content/uploads/2022/09/cropped-saribaykusicon-32x32.png Tarih – Sarı Baykuş http://saribaykus.com 32 32 Edirne Segedin Antlaşmasının Önemi (1444) http://saribaykus.com/edirne-segedin-antlasmasinin-onemi/ http://saribaykus.com/edirne-segedin-antlasmasinin-onemi/#respond Sun, 25 Dec 2022 14:50:57 +0000 http://saribaykus.com/?p=4284 Edirne Segedin Antlaşması ya da başka bir deyişle Szeged Antlaşması, 1444 yazında bir tarafta Macaristan ve Polonya Kralı Vladislav III Varnencik, diğer tarafta Osmanlı İmparatorluğu Sultanı II.Murat tarafından imzalanan bir antlaşmadır.

Antlaşmanın Arka Planı

Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki ilerleyişi Papa IV. Eugenius‘un bir hayli canını sıkmaktaydı. Bu durum 1437 ve 1439 yılları arasında Ferrara-Floransa Konsili‘nde Haçlı Seferi‘nin ilan etmesine neden oldu. 1440 yılında II.Murad’ın Belgrad’ı kuşatması, Macarları ve müttefiklerini Osmanlı Devleti’ne karşı daha kararlı hareket etmeye zorladı.

1441 yılında Osmanlı himayesindeki Smederevo Sancakbeyliği ve 1442 yılında Vidin Sancakbeyliği yenilgiye uğratılmıştı. 1442 yılı yazında Rumeli Beylerbeyi Şehabeddin Paşa komutasındaki 80 bin kişilik Osmanlı ordusunun Demirkapı’da (Tuna) yenilmesi Papa’nın elini daha da güçlendirmişti. Bu gelişmeler ittifakın kurulmasına zemin hazırladı.

Osmanlı Devleti’ne karşı kurulan ittifakta Kutsal Roma İmparatoru Sigismund, Polonya ve Macaristan kralı Wladyslaw III, János Hunyadi, Eflâk hükümdarı II.Vlad ve Sırp despot George Brankovic yer alıyordu. Aynı zamanda Karamanoğulları Beyliği de Haçlılar ile müttefikti. Budin şehrinden Tuna nehrine doğru hareket eden Haçlı Ordusu’na yol boyunca Bulgar, Boşnak ve Arnavut birlikleri de katılmıştı.

Haçlılar

Ekim 1443 yılında Niş yakınlarında yapılan ilk savaşta Osmanlı Devleti yenilmişti. Aynı yılın aralık ayında ise Yalovac yakınlarında yenilgiye uğratılmıştı. 1444 yılı ocak ayında yapılan Kunovica Muharebesi‘nde Çandarlı Mahmut Çelebi ele geçirilmiş, Osmanlı ordusu bîtap düşmüştü.

Bazı kaynaklara göre ağır kış koşulları, her iki tarafında şiddetli direnişi ve erzak yetersizliği Haçlıların geri çekilmesine neden olmuştu. Aynı zamanda II.Murad da Anadolu’daki Karamanoğulları tehdidini bertaraf etmek istiyordu.

Yeni bir Haçlı seferinden çekinen ittifak ve Macarlar ile II. Murad 12 Haziran 1444’te Edirne’de Segedin Antlaşmasını imzaladı. Bu barış anlaşmanın metni bir Osmanlı heyetiyle Macaristan’a yolladı.

Edirne Segedin Antlaşmasının Nedenleri

Edirne-Segedin Antlaşması’na zemin hazırlayan nedenler şu şekildedir:

  • Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da üst üste aldığı yenilgiler,
  • Çandarlı Mahmut Çelebi’nin esir alınması,
  • Ağır kış koşulları ve erzak yetersizliği nedeniyle her iki tarafında zor durumda kalması,
  • Osmanlı Devleti’nin Anadolu’da tehdit unsuru olan Karamanoğulları ile uğraşmak istemesi,

Edirne-Segedin Antlaşmasının Maddeleri

Antlaşmanın maddeleri şu şekildedir:

  • Bulgaristan’daki Osmanlı egemenliği herkesçe tanınacaktır. Macaristan Bulgaristan’a saldırmamayı ve Tuna Nehri’ni geçmemeyi taahhüt edecektir. Tuna sınır olarak kabul edilecektir.
  • Sırbistan Georgije Branković‘in idaresi altında olacaktır ancak Osmanlı Devleti’ne vergi vermeye devam edecektir.
  • Çandarlı Mahmut Çelebi’nin serbest bırakılması için 70.000 duka altını verilecektir.
  • George Kastrioti yani İskender Bey‘e tüm toprakları iade edilecektir ancak Macar kontrolünde olacaktır.
  • Eflâk bölgesi Macar egemenliğinde olacaktır.
  • Antlaşma 10 yıl boyunca geçerli olacaktır.

Edirne Segedin Antlaşmasının Sonuçları

  • Edirne-Segedin Antlaşması Haçlıların Avrupa’da güç kazanmasına neden oldu. Öyle ki daha güçlü olduğunu düşünen Haçlılar anlaşmayı bozarak Osmanlı’ya tekrar saldıracaklardı.
  • Tuna Nehri Osmanlı Devleti ve Macaristan arasında bir sınır olarak kabul edildi.
  • Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki üstünlüğü kısa süreliğine de olsa sarsıldı.
  • Osmanlı Devleti her ne kadar yenilmiş olsa da yeni seferler için zaman kazanmış oldu.
  • Barış ortamını sağladıktan sonra II.Murad tahtı 12 yaşındaki oğlu II.Mehmed’e (Fatih Sultan Mehmet) devretti. Ancak barış bozulunca tekrar başa geldi.

Edirne Segedin Antlaşması Neden Bozuldu?

Edirne-Segedin Antlaşması ile 10 yıllık barış dönemi öngörülüyordu. Buna istinaden II.Murad sınırların güvenli oluşu ve şehzade Alaüddin’in attan düşerek ölmesi nedeniyle tahtı 12 yaşındaki oğlu II.Mehmed’e bıraktı. Daha sonra Manisa’ya geçti.

Vladislav Varnenchik’in Lahdi

Osmanlı Devleti’ndeki bu gelişmeler hâlihazırda barış antlaşmasını bozmak isteyen Papalık tarafından da izleniyordu. Papalık, Kardinal Julian Cesarini önderliğinde antlaşmayı bozmak için Macar kralı Vladislav’ı diretiyordu. Aynı zamanda János Hunyadi’ye, yemininden vazgeçmesi şartıyla Bulgaristan Krallığı’nı teklif edilmişti.

Antlaşmanın bozulması ile Osmanlı’ya karşı Haçlılar, Vidin‘i yaktıktan sonra Eflâk Voyvodası Vlad II Dracul‘un kuvvetleriyle birleşti. Önlerindeki Şumnu’yu da aldıktan sonra Varna’ya geldiler.

II.Murad Haçlılar’ın sınırı geçtiğini öğrenince Balkanlar’a doğru harekete geçti. 10 Kasım 1444 yılında yapılan Varna Savaşı ile Haçlılar bozguna uğratıldı. Savaş sonunda Macaristan ve Polonya kralı Władysław III Warneńczyk ile onu kışkırtan kardinal Julian Cesarini öldürüldü. (Kaynak)

Edirne Segedin Antlaşmasının Önemi

Edirne Segedin Antlaşmasının Önemi

Edirne-Segedin Antlaşmasının en önemli özelliği Osmanlı Devleti’nin tarihte yaptığı ilk barış antlaşması olmasıdır. Her ne kadar bir yenilgiler silsilesi sonucu yapılmış olsa da daha sonra yapılacak olan Varna Savaşı sonucu Haçlılar ağır bir yenilgi almış ve Osmanlı Devleti’nin gücünü kabul etmişlerdir.

Sorularla Edirne Segedin Antlaşması

Edirne Segedin Antlaşması ne zaman yapılmıştır?

Edirne-Segedin Antlaşması Haçlılar ile Osmanlı Devleti arasında 12 Haziran 1444 yılında imzalanmıştır.

Antlaşmanın en önemli özelliği nedir?

Segedin Antlaşması’nın en önemli özelliği Osmanlı Devleti’nin imzalamış olduğu ilk barış antlaşması olmasıdır.

Edirne-Segedin Antlaşması hangi padişah döneminde imzalanmıştır?

Antlaşma Osmanlı İmparatorluğunun 6. padişahı II.Murad döneminde imzalanmıştır.

Segedin Antlaşması öncesi Haçlılarla anlaşma yapan beylik hangisidir?

Edirne-Segedin Antlaşması öncesi Haçlılar ile müttefik olan Türk beyliği Karamanoğulları‘dır.

Bu yazılarımız da ilginizi çekebilir:

]]>
http://saribaykus.com/edirne-segedin-antlasmasinin-onemi/feed/ 0
Kısaca Marksizm Nedir? | 10 Maddede Özellikleri http://saribaykus.com/kisaca-marksizmin-ozellikleri/ http://saribaykus.com/kisaca-marksizmin-ozellikleri/#respond Sat, 12 Nov 2022 22:26:14 +0000 http://saribaykus.com/?p=3795 Bu yazımızda kısaca marksizm nedir sorusuna cevap bulmaya çalışacağız. Ayrıca marksizmin özellikleri ve temsilcilerini de ele alacağız. İyi okumalar…

Kısaca Marksizm Nedir?

Marksizm, 19. yüzyılda Alman filozof, sosyolog, ekonomist ve gazeteci Karl Marx (1818-1883) tarafından ortaya atılan gerçekliğin yorumlanması doktrinidir. Bu düşünce modeli, toplum ve tarihinin yanı sıra toplum içinde işleyen güçlerin anlaşılmasında devrim yaratmıştır.

Kısaca Marksizm Nedir

Marksizm adını, Friedrich Engels (1820-1895) ile ortak çalışmaları olan ve Rus Devrimi, Çin Komünist Devrimi ile Küba Devrimi gibi farklı devrimci siyasi modellerin ortaya çıkmasına ilham kaynağı olan Karl Marx‘tan almaktadır.

Karl Marx’a göre insanlığın kaderi, sonunda komünizm adını verdiği sınıfsız bir toplumun ortaya çıkmasıydı. Önermelerinin çoğu bugün hala geçerlidir ve düşüncelerinin çoğu post-Marksist olarak bilinen daha sonraki doktrinlerde varlığını sürdürmektedir.

Marksizmin Kökeni

Bir doktrin olarak Marksizm, 19. yüzyılda Marx ve Engels‘in fikirlerinin popülerleşmesinin ardından doğmuştur. Bunlar, Engels’in Marksist perspektif için Bilimsel Sosyalizm terimini kullanmasından bu yana Ütopik Sosyalizm olarak bilinen daha önceki çeşitli sosyalist akımlardan esinlenmiştir.

Akılda tutulması gereken önemli bir husus, Marx’ın kendisinden önce gelen sosyalizmi icat etmediği, ancak ona kendi felsefi ve antropolojik perspektifini kazandırdığıdır.

Marksizmin Özellikleri

Kısaca Marksizm Özellikleri – Kaynak

Marksizmin özellikleri maddeler halinde şu şekildedir;

  1. Tek bir sınıf veya sosyal grup olacak şekilde sosyal sınıf eşitsizliği sisteminin sona ermesi.
  2. Kamu mülkiyeti lehine özel mülkiyetin kaldırılması.
  3. Bir işçinin ücreti, elde edebileceği kâra göre belirlenmelidir.
  4. Bir malın değeri, üretimine harcanan emek miktarına göre belirlenir.
  5. Halkın ihtiyaçlarını karşılayabilecek tek bir yönetici sosyal sınıfın oluşturulması.
  6. Fiyatların devlet tarafından standartlaştırılmasını sağlamak amacıyla ekonominin ve üretim araçlarının merkezileştirilmesi.
  7. Gelir vergisi telaffuz edilmeli ancak aynı zamanda kademelendirilmelidir.
  8. Merkezi bankacılık kontrolü.
  9. İletişim, ulaşım ve eğitim sistemi kamusal olmalıdır.
  10. Marksist görüşe göre din halkı sömürgeleştiren bir kavramdır. Bundan dolayı din birçok alanda sistem içerisinde yer almamaktadır.

Kısaca Marksizmin Ana Fikirleri

Marksist iktisat teorisi, kapitalizmin giderek daha fazla işçiyi sömürdüğü için eninde sonunda kendi kendini yok edeceğini savunur. Bu şekilde proletarya – tüm emek gücü – kapitalizmin çöküşü ve yeni sosyalist sistemin yükselişi için bir katalizör görevi görür. Diyalektik olarak bilinen şey budur.

Başka bir deyişle, diyalektik kavramı kapitalizmin çöküşünün ve ardından sosyalizmin ve dolayısıyla komünizmin yükselişinin kaçınılmaz olduğunu göstermektedir. Burjuvazi ve proletarya, komünizmin gelişini garanti eden sosyalizmi yaratmak için çarpışır.

Marksistler komünizmin diğer ekonomik sistemlerden daha fazla özgürlük sağladığını ve servetin yeniden dağıtımının birçok sorunu çözeceğini iddia ederler. Dahası, Marx devlet kurumlarının kullanılmasını, örneğin üretim araçlarının satın alınmasını ve işçilere dağıtılmasını finanse etmek için vergi kullanılmasını önerir. Bu da sonunda tam rekabetçi bir piyasa oluşturacaktır.

Ayrıca Marksizm dine de karşıdır. Karl Marx’a göre din halkın afyonudur. Bu anlamda Marx, insanlığın kurtuluşunun cennette değil, yeryüzünde olduğunu ileri sürer.

Marksizmin temel amacı nedir?

Marksizm’in temel amacı dünya çapında ekonomik ve sosyal açıdan sınıfsız bir yapı oluşturmaktır.

Marksizme göre hangi toplumsal sınıflar vardır?

Marksizm’in kapitalist toplum vizyonu, sosyo-ekonomik güç piramitlerine tırmanmak ve üretim araçlarını ele geçirmek için sürekli bir mücadele içinde olan üç sosyal sınıfı ayırt eder. Bu sınıflar şunlardır:

  • Burjuvazi: Bu, kapitalist toplumdaki yönetici sınıftır. Bunlar üretim araçlarının sahipleridir: fabrikalar, dükkanlar, vs. Onlar, işçilerin emeğinin artı değerini ellerinde tutan kapitalist sahiplerdir.
  • Proletarya: Bir ücret karşılığında sisteme emek kapasitelerinden başka sunacak bir şeyleri olmayan farklı çalışan sınıflardan oluşur. İşçi sınıfı olarak da bilinir.
  • Lümpenproletarya: Ya da üretime hiçbir şekilde katkıda bulunmayan marjinal bireyleri içeren üretken olmayan sınıf.

Marksizm’in Temsilcileri

Marksizmin temsilcileri

Marksizmin başlıca temsilcileri şunlardı:

  • Karl Marx (1818-1883): Marksizmin kurucusu Yahudi asıllı Alman ekonomist, sosyolog ve filozof.
  • Friedrich Engels (1820-1895): Alman ekonomist, sosyolog ve filozof. Marx’a atfedilen eserlerin birçoğunun ortak yazarıydı.
  • Georgy Plekhanov (1856-1918): Hayatının büyük bölümünü İsviçre’de geçiren Rus teorisyen ve devrimci. 1886’da ilk Rus Marksist örgütü olan Emeğin Kurtuluşu Grubu’nu kurdu. 1917’deki Rus Devrimi’nden sonra ülkesine döndü. Ancak Bolşeviklere muhalefeti nedeniyle Finlandiya’ya sürgüne gitmek zorunda kaldı ve 1918’de orada öldü.
  • Vladimir Ilich Lenin (1870-1924): Rus siyasetçi ve teorisyen, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin kurucularından biri ve Bolşeviklerin lideri. 1917 devriminden sonra ilk sosyalist reformların hayata geçirilmesi ve Sovyetler Birliği’nin kurulması için çaba harcadı.
  • Rosa Luxemburg (1871-1919): Yahudi kökenli Polonyalı Marksist teorisyen. Ülkesinin Birinci Dünya Savaşı’na katılmasına karşı çıktığı 1914 yılına kadar Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin sol kanadının bir üyesiydi. 1916’da Alman Komünist Partisi’nin kökeni olan Spartakist Birliği’ni kurdu. 1919’da Weimar Cumhuriyeti’ne karşı başarısız bir devrimde yer aldı ve bu sırada milliyetçi paramiliterler tarafından suikasta uğradı.
  • Leon Troçki (1879-1940): Yahudi kökenli Rus siyasetçi ve devrimci. 1918 ve 1924 yılları arasında Savaş Halk Komiseri olarak görev yaptı ve buradan Kızıl Ordu’yu örgütledi. Sürekli devrim doktrinini savunduğu için Joseff Stalin tarafından iktidardan uzaklaştırıldı ve 1940 yılında bir suikast sonucu öldürüldüğü Meksika’ya sürgüne gitti.
  • Antonio Gramsci (1891-1937): İtalyan sosyolog ve gazeteci, Benito Mussolini’nin emriyle hapse atıldığı 1924-1926 yılları arasında genel sekreterliğini yaptığı İtalyan Komünist Partisi’nin kurucularından biri. Hapishanede, kültürel hegemonya ve hegemonik blok kavramlarını tartıştığı Hapishane Defterleri‘ni yazdı.
  • Mao Zedong (1893-1976): Çinli siyasetçi ve filozof, 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurucusu. Marksizm-Leninizm’in yaklaşımlarını benimsedi. Ancak kendi nüanslarıyla köylü sınıfına devrimin itici gücü rolünü verdi. Ayrıca demokratik halk diktatörlüğü ve kültürel devrim kavramlarını da ortaya atmıştır. Kırmızı Kitap (1964) adlı kitabın yazarıdır.

Bu yazımızda “Kısaca Marksizm Nedir | 10 Maddede Özellikleri” üzerinde durduk. Dilerseniz buna benzer olarak Stalinizm Nedir ve Özellikleri Nelerdir? yazımızı da okuyabilirsiniz.

]]>
http://saribaykus.com/kisaca-marksizmin-ozellikleri/feed/ 0
1968 Tlatelolco Katliamı http://saribaykus.com/tlatelolco-katliami/ http://saribaykus.com/tlatelolco-katliami/#respond Fri, 12 Aug 2022 16:06:19 +0000 http://saribaykus.com/?p=3392 Tlatelolco Katliamı ya da Plaza de las Tres Culturas Katliamı, Meksika hükümeti tarafından 2 Ekim 1968 tarihinde söz konusu meydanda toplanan binlerce protestocuya karşı gerçekleştirilmiş bir katliamdır.

Bu trajedi 1968 Öğrenci Hareketi olarak bilinen ve UNAM, IPN ve diğer üniversitelerden öğrencilerin Mexico City’de öğretmenler, işçiler, profesyoneller ve entelektüellerin katıldığı, ekonomik krizin ortasında otoriter ve baskıcı bir devletin demokratikleştirilmesi çağrısında bulunan kitlesel bir protestoya öncülük ettiği bir dizi eylem ve gösteri bağlamında meydana geldi.

Tlatelolco Katliamı

Katliam; Meksika Ordusu, Gizli Polis ve Federal Güvenlik Müdürlüğü (DFS) ile birlikte “Batallón Olimpia” olarak vaftiz edilen paramiliter bir grup tarafından gerçekleştirilmiştir ve 1968’e damgasını vuran Latin Amerika ve dünyadaki adalet mücadelelerinin yanı sıra halklarıyla karşı karşıya gelen hükümetlerin yapabilecekleri baskıcı terörü temsil eden bir olaydır.

1968 Tlatelolco Katliamının Özellikleri

Tlatelolco Katliamı’nın özelliklerini şu başlıklar halinde açıklamak mümkündür:

Arka Plan

Tlatelolco katliamı, UNAM ve diğer Meksika üniversitelerindeki öğrencilerin öncülük ettiği bir dizi halk protestosu ve eylemi bağlamında gerçekleşmiştir. Ancak o dönemde Meksika devleti tarafından işlenen ilk katliam değildi. 1942’de IPN’de (Instituto Politécnico Nacional) diplomalarının daha fazla yasal olarak tanınması talebiyle grev yapan öğrencileri katletmişti.

Öte yandan 1958 yılında işçiler, profesyoneller ve köylülerden oluşan çok sayıda toplumsal hareket daha iyi iş ve ücret talebiyle ayaklanmıştı. Baskıcı eylemlerin sertliği silahlı mücadele dönemini tetikledi. Tüm bunlar; 1964, 1966 ve 1967’deki müteakip olaylarla birlikte, 1968’de meydana gelen halk hareketinin önünü açtı.

Katliamlar

1968 Tlatelolco Katliamının Özellikleri

Göstericilerin vurulması 2 Ekim 1968’de akşam saat 6 sularında, greve öncülük eden grev liderleri tarafından çağrılan kalabalığının Mexico City’deki Tlatelolco’daki Plaza de las Tres Culturas’ta gerçekleşti.

Hareketin sözcülerinin ve çok sayıda gazetecinin toplandığı Chihuahua binasına, ellerindeki beyaz mendille tanınan Olimpia Taburu mensupları sızmış ve protesto çevresinde kamu düzenini koruyan Meksika Ordusuna ateş açarak silahsız sivil kitleye karşı açıkça vicdansızlık olan bir misillemeyi meşrulaştırmışlardır.

Ordu, herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın göstericileri çevredeki binalara kadar takip etti. Saatler sonra Plaza cesetlerle doldu ve öğrenciler Chihuahua binasının önünde toplandı. Burada soyunmaya zorlandılar. Gazeteciler tutuklandı, görüntülerine ve tüm materyallerine el konuldu. Hatta bazıları soyuldu ve yaralandı. Gözaltına alınanlar hapsedildi ve askeri gözaltı kamplarına gönderildi.

Ölümler

Resmi hükümet açıklamasında katliamda 20 kişinin öldüğü belirtilse de, kesin sayı bugün dahi bilinmemektedir. Meksikalı yazar Elena Poniatowska’nın oğlunu aramak için cesetleri karıştıran bir anneyle yaptığı röportajlar, meydanın bir köşesinde 65’ten fazla ayrı ceset olduğunu ortaya koyuyor.

Daha sonraki anlatımlara göre öldürülenlerin sayısı 200 ila 300 arasındadır. Ancak bazı versiyonlarda binden fazla olduğu iddia edilmektedir. Cesetler, daha sonra gizlice yakılmak üzere çöp kamyonlarına yüklendi ve vinçlerle taşındı.

CIA Müdahalesi

Daha sonra yapılan soruşturmalar, Latin Amerika’daki diğer pek çok olayda olduğu gibi, LITEMPO operasyonu kapsamında Meksika hükümeti adına planlama, danışmanlık ve istihbarat çalışmalarına aktif olarak katılan ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) trajik olaylara dahil olduğunu da ortaya çıkardı.

Sorumlular

Katliam uluslararası makamlara soykırım ve insanlığa karşı suç olarak ihbar edilmesine ve dönemin Meksika savcısının da ilgili şikayeti desteklemesine rağmen, mahkemeler şikayeti reddetmiş ve o dönemde başka bir soruşturma yapılmamıştır. Meydana alelacele dikilen ve üzerinde katledilen vatandaşların sadece 20’sinin isminin yazılı olduğu bir mezar taşı dikildi.

Bugün Meksika ordusu, dönemin gizli polisi ve Olimpia Taburu’na bağlı paramiliter güçler katliamın failleri olarak kabul edilmekte ve katliamın koordinatörünün bizzat Meksika Devlet Başkanı Gustavo Díaz Ordaz olduğu iddia edilmektedir.

1968 Tlatelolco Katliamı Sonuçları

Tlatelolco Katliamı sivil toplumun sözde demokratik güçlere karşı eleştirel bir tutum geliştirmesinde önemli bir rol oynamış, bu da devlet üniversitelerindeki hoşnutsuz kesimleri daha da radikalleştirmiş ve kent ve kır gerillalarının oluşumuna yol açarak Meksika Kirli Savaşı olarak bilinen çatışma dönemini başlatmıştır (2000 yılında sona ermiştir).

Önemi

Trajik sonucuna rağmen (hareket nihayet o yılın Aralık ayında dağıldı) 1968 öğrenci hareketi (bazılarının “1968 Kültür Devrimi” olarak adlandırdığı) toplumun, ailenin ve haberleşmenin temellerinin dünyanın daha fazla demokratikleşmesi için atıldığı küresel bir protesto ve kural tanımazlık hareketinin önemli bir parçasıydı.

Anma Törenleri

Katliamın kurbanları anısına dikilen anıt – Wikipedia

Plaza de las Tres Culturas‘daki tabelada ölenlerden sadece 20’sinin ismini içerse de, olay artık Meksika kültüründe tanınmakta ve anılmaktadır. Katliam, 2011 yılından bu yana 2 Ekim’de ulusal yas günü ilan olarak anılmakta olup bu tarihin Temsilciler Meclisi’nin şeref kürsüsüne yazılması önerilmiştir.

]]>
http://saribaykus.com/tlatelolco-katliami/feed/ 0
Puebla Savaşı 1862 (Cinco de Mayo Muharebesi) http://saribaykus.com/puebla-savasi/ http://saribaykus.com/puebla-savasi/#respond Mon, 01 Aug 2022 21:09:34 +0000 http://saribaykus.com/?p=3037 Puebla Savaşı, 5 Mayıs 1862’de Meksika’nın orta kesimindeki Puebla’nın eteklerinde meydana gelen çatışmadır. Cinco de Mayo Muharebesi olarak da bilinir. İkinci Fransız müdahalesi sırasında, Başkan Benito Juárez’in dış borç ödemelerinin askıya alındığını duyurmasının ardından gerçekleşti.

Puebla Savaşı Tarafları

Bu savaş aşağıdaki taraflar arasında yaşanmıştır:

  • Sözde “Doğu Ordusu“, Meksika Savaş Bakanı Ignacio Zaragoza tarafından yönetiliyordu. Yaklaşık 5,000 kişiden oluşuyordu.
  • Lorencez Kontu General Charles Ferdinand Latrille tarafından komuta edilen İkinci Fransız İmparatorluğu’nun müdahale gücü. Yaklaşık 6,000 kişiden oluşuyordu.

Savaşı Meksikalılar kazandı ve Fransızları yeniden toparlanmaya ve takviye beklemeye zorladı. Bu takviyelerle ilerlemeye devam ettiler ve 1863’te Mexico City’yi işgal etmeyi başardılar. İşgalin ardından Habsburg İmparatoru I. Maximilian tarafından yönetilen İkinci Meksika İmparatorluğu kurulmuştur.

Tarihsel Bağlam

Meksika’nın dış borcunu ödemediğinin açıklanmasının ardından İngiltere, İspanya ve Fransa yaklaşık 10.000 kişilik ortak bir güç oluşturmayı taahhüt ettikleri Londra Anlaşması‘nı imzaladı.

Üç ülkenin büyükelçileri Meksika hükümetine bir ültimatom göndererek borçlarının ödenmesini talep etmiş, aksi takdirde ülkeyi işgal edeceklerini bildirmişlerdir.

Juárez barışçıl bir çözüme ulaşmak için bir konferans önerdi ve bir iyi niyet göstergesi olarak dış ödemeleri askıya alan kararnameyi yürürlükten kaldırdı.

Şubat 1862’de Meksika ve yabancı ulusların temsilcileri Veracruz yakınlarında bir araya geldi. Orada Meksika’nın bağımsızlığını garanti altına alan ve müzakerelerin devamını öngören Soledad Antlaşmalarını imzaladılar.

5 Mart’ta bir Fransız askeri birliği Kont de Lorencez komutasında Veracruz’a ulaştı. Bu çıkarma üçlü ittifakın dağılmasına yol açtı. Zira İspanyol ve İngiliz hükümetleri Napolyon III’ün ekonomik iddiayı Meksika’yı işgal etmek için bir bahane olarak kullandığını fark etti. Bu yüzden Meksika hükümetinin ateşkes önerilerini kabul ettiler ve birliklerini geri çektiler.

Fransa ise borcun derhal ödenmesini ve dış gümrüklerin tam kontrolünü talep ediyordu. Juarez’in bu talepleri reddetmesi üzerine Lorencez, 6,000 adamının komutasında Meksika’ya doğru ilerledi.

Puebla Savaşı

Puebla Savaşı – Kaynak

28 Nisan’da batıdan doğuya doğru ilerleyen Fransızlar, Cumbres de Acultzingo’dan geçerek önlerini kesmeye çalışan bir Meksika müfrezesini bozguna uğrattı.

2 Mayıs’ta Fransızlar Sierra Madre Oriental’den inerek Puebla’ya doğru ilerlediler ve yardımlarına gelen 1.200 Muhafazakâr ile temas kurmaya çalıştılar. Ancak Doğu Ordusu’nun bir tugayı tarafından dağıtıldılar.

5 Mayıs sabahı Lorencez’in kuvvetleri Puebla önünde belirdi ve Meksika süvari birliklerinin ateşi altında kaldı. Savaş saat 11’de her iki tarafın topçu ateşiyle başladı. Kısa bir süre sonra Fransız birliği ikiye ayrıldı: Birincisi şehri koruyan Loreto ve Guadalupe kalelerine yönelirken, ikincisi yedek olarak kaldı. Manevrayı fark eden Zaragoza, birliklerinin büyük bir kısmını savunma tabyalarının bulunduğu tepelerin eteklerine doğru harekete geçirdi.

Fransızlar ilerlemeye devam ederek koşar adım tepeye çıktılar ama Meksika ateşiyle durduruldular. İstilacılar yeniden organize oldular ve tekrar kalelere saldırdılar ama yine geri püskürtüldüler.

Öğleden sonra Lorencez, kuvvetlerinin bir kısmını Guadalupe ve Loreto’ya, diğer kısmını da düşman kuvvetlerinin geri kalanına doğru yönlendirdi. Şiddetli yağmur Fransızların ilerlemesini zorlaştırdı ve savunma hatlarını yarmak için bir piyade hücumu başlattılar. Ancak saldırı geri püskürtüldü ve işgalciler Meksikalılar tarafından takip edilerek kaçtı.

Puebla Savaşı’nın Nedenleri

Puebla Savaşı’nın Nedenleri

Puebla Savaşı’nın nedenleri aşağıdaki gibiydi:

  • Meksika’nın 1850’lerde İspanya, Fransa ve İngiltere’ye olan borçları.
  • Meksika’nın Reform Savaşı’nın sona ermesinin ardından yaşadığı ekonomik ve mali kriz.
  • Ekim 1861’de Başkan Juárez tarafından ilan edilen kamu dış borç ödemelerinin durdurulması.
  • İspanya, Fransa ve İngiltere’nin Meksika hükümetine baskı yapmak amacıyla Veracruz limanına askeri güç çıkarma konusunda vardıkları anlaşma.
  • Amerika Birleşik Devletleri’nin genişlemesini frenlemek için Amerika kıtasındaki nüfuzunu genişletmek isteyen Fransız imparatoru Napolyon III’ün sömürgeci hırsları.

Puebla Savaşı’nın Sonuçları

Puebla Savaşı’nın sonuçları arasında şunlar yer almaktadır:

  • Yaklaşık 500 Fransız askeri ve 100 kadar Meksikalı öldü.
  • Fransız sefer ordusunun Veracruz’a geri çekilmesi. Orada Mart 1863’te taarruza devam edebilecek takviye kuvvetleri bekledi.
  • Zaferinden üç gün sonra tifüse yakalanan General Zaragoza’nın ölümü.
  • Napolyon III’ün, yerine General Frédéric Forey’i getirdiği Lorencez’in gözden düşmesi.

Puebla Savaşı’nın Önemi

Günümüzde 5 Mayıs Meksika için önemli bir tarihtir. Bu günde Puebla Savaşı askeri geçit törenleri, halk şenlikleri ve Fransızlara karşı verilen mücadelenin yeniden canlandırılmasıyla anılmaktadır. Askerlik görevini yapan gençlere de yemin ettiriliyor. Sembolik olarak, Meksika halkının büyük başarılar elde etmek için gösterdiği birliği ve ortak çabayı temsil etmektedir.

Puebla Savaşı’nın Kahramanları

Ignacio Zaragoza – Puebla Savaşı Kahramanları

Puebla Savaşı’nın kahramanları arasında aşağıdakiler öne çıkmaktadır:

  • Charles Ferdinand Latrille, Lorencez Kontu (1814-1892): Fransız subay, 1862’de Meksika’yı işgal eden ordunun komutanı. Savaş planlamasında yaptığı hatalar nedeniyle Napolyon III tarafından komutanlıktan alındı.
  • Juan Nepomuceno Almonte (1803-1869): Fransız işgalini destekleyen muhafazakâr Meksikalı general. Lorencez’e saldırısını düşmanın savunma tertibatının en zayıf noktasına yönlendirmesini tavsiye etti. Ancak birliklerinin üstünlüğüne güvenen Fransızlar onu görmezden geldi.
  • Ignacio Zaragoza (1829-1862): Meksikalı general, Juárez’in Savaş Bakanı ve Doğu Ordusu komutanı. Sayıca üstün, daha iyi silahlanmış ve daha deneyimli bir düşmanı yenmeyi başardığı için ulusal bir kahraman olarak kabul edilir.
  • Miguel Negrete (1824-1897): Fransızlara karşı savaşmak için Zaragoza’ya hizmet eden muhafazakâr Meksikalı subay ve siyasetçi.
  • Porfirio Díaz (1830-1915): Guadalupe kalesinin savunulmasında önemli bir rol oynayan Meksikalı subay.

Puebla Savaşı ne zaman oldu?

Puebla Savaşı 5 Mayıs 1862’de yapıldı.

Puebla Savaşı’nı kim yönetti?

Puebla Savaşı, Meksika Cumhuriyeti adına Ignacio Zaragoza ve İkinci Fransız İmparatorluğu adına Charles Ferdinand Latrille tarafından yönetilmiştir.

İlgili İçerik: İspanya İç Savaşı

]]>
http://saribaykus.com/puebla-savasi/feed/ 0
Normanlar Kimdir ve Normanların Kökenleri http://saribaykus.com/normanlar/ http://saribaykus.com/normanlar/#respond Tue, 12 Jul 2022 14:46:31 +0000 http://saribaykus.com/?p=2350 Normanlar, 10. yüzyılda Kuzey Fransa’ya bugünkü Normandiya bölgesine yerleşen Viking kökenli bir halktı.

Fransa krallarının yönetimi altında Viking fatihleri yavaş yavaş Franklarla iç içe girdi. Fransız dilini ve orijinal çok tanrılı dinlerini terk ederek Hristiyan dinini benimsediler. Böylece Norman halkı doğmuş oldu.

Normanların kökeni Danimarka ve Norveç’ten çok sayıda Viking korsan grubunun Avrupa kıyılarını yağmaladığı 9. yüzyılın başlarına kadar uzanmaktadır.

Hastings Savaşı’nda Normandiya Dükü II. William. (Bayeux duvar halısından bir sahne)

Nehirleri Viking gemilerince istila edilince Fransa ağır darbeler aldı. 9. yüzyıl boyunca Paris şehri, Seine Nehri’nden gelen seferler tarafından birçok kez kuşatılmıştır.

911 yılında Fransa Kralı III. Charles, Viking akınlarını durdurmak ve diğer olası istilalara karşı bir savunma bariyeri oluşturmak amacıyla Viking şefi Hrolf Ganger’e (Rollo ya da Rollo the Walker olarak da bilinir) kuzeyde, Atlas Okyanusu kıyısında bir miktar toprak verdi.

Hrolf Ganger bir Frenk prensesiyle evlendi. Hristiyanlığı kabul etti ve kiliseye korumasını sundu. Böylece erken Orta Çağ’ın karakteristik özelliği olan feodal krallıkların geleneklerinin yerleşmesi ve asimilasyonu süreci başladı. Vikinglere bırakılan bölge Fransa Kralı’nın vassalı olan Normandiya Dükalığı’na dönüştü.

Bu bağlamda Norman soyluları, kale ve hisarların inşası yoluyla toprakların işgal edilmesi, vassallık ve savaşlarda at ve süvari taktiklerinin kullanılması gibi feodal soyluların geleneklerini hızla kendi geleneklerine dahil ettiler.

Başlıca Norman Fetihleri

Normanların Fethettiği Yerler – Kaynak

Normanlar, Normandiya Dükalığı’ndan Britanya Adaları’na ve Akdeniz kıyılarına doğru genişlediler.

Bazı yazarlar bu genişleme eğilimini Viking geleneğinin kendisiyle ve ayrıca feodal sistemin zenginlik ve macera peşinde koşan aylak bir soylular sınıfı üretmesiyle açıklamaktadır.

Norman fetihlerinin başlıcaları şunlardır:

İngiltere’nin Normanlar Tarafından Fethi

1066 yılında Normandiya Dükü William Britanya Adalarını işgal etti. Aynı yılın 14 Eylül’ünde Hastings Muharebesi‘nde İngiltere’nin Anglo-Sakson kralı Haroldo II ile karşılaştı ve onu yendi. Kendisi de muharebede öldürüldü. Yerel soyluların direnişine ve çok sayıda ayaklanmaya rağmen Normanlar birkaç yıl içinde kalelerin inşası ve kolonistlerin yerleştirilmesiyle bölgeyi etkin bir şekilde işgal ederek kendilerini kabul ettirmeyi başardılar.

Sonraki iki yüzyıl boyunca Anglo-Sakson ve Norman kültürel unsurlarını kaynaştıran bir toplum şekillendi. Bu toplumun izleri özellikle Frank dilindeki sözcüklerin ve gramerin Anglo-Sakson diline dahil edilmesiyle günümüze kadar ulaştı.

Güney İtalya’nın Fethi

Güney İtalya’nın fethi 11. yüzyılda, bu özel hedefe yönelik bir sefer olarak değil, birbirini izleyen Norman dalgalarının bölgeye yerleşmesiyle başladı.

O dönemde Lombardlar, Bizanslılar ve Müslümanlar arasında tartışmalı bir bölge olan Akdeniz bölgesinde, Normanlar bu durumdan faydalanarak küçük derebeylikler kurdular.

11.yüzyıl boyunca Apulia bölgesini işgal ettiler ve kuzeye doğru genişlediler. 1071 yılında Hauteville’li Robert Müslümanları Sicilya’dan gönderdi ve kardeşi Roger’ı Sicilya Kontu olarak atadı. Sonraki yıllarda ilerleme Napoli’ye kadar devam etti. 12. yüzyılın ortalarında Norman dükalıkları birleşerek “Sicilya Krallığı “nı kurdular ve bu krallık başka hanedanların yönetiminde de olsa 1814 yılına kadar sürdü.

Normanların Özellikleri

Normanların en önemli özelliklerinden bazıları şunlardır:

  • Kendilerine özgü kültür ve gelenekleri: Normanlar, Erken Orta Çağ boyunca Fransa’da Normandiya’nın kuzey ve orta bölgelerinde yaşayan bir halktı. Normanlar, 9. ve 10. yüzyıllarda bölgedeki Viking yerleşimlerinden ortaya çıkmış ve daha sonra İngiltere, Galler, İskoçya, İrlanda ve Sicilya’yı işgal etmişlerdir. Onlar aynı zamanda günümüz Normandiya halkının da atalarıdır. Normanlar, Cermen ve Kelt geleneklerinin bir karışımı olan benzersiz kültür ve gelenekleriyle tanınırlar.
  • Askeri cesaretleri ve savaştaki becerileri: Normanlar aynı zamanda askeri güçleri ve savaş becerileriyle de bilinirler. İngiltere tarihinde önemli bir yer edinen Normanlar Anglosakson krallığını 1066 yılında fethetmeyi ve orada Norman hanedanlığını kurmayı başardılar. Ayrıca Haçlı Seferleri’nde ve Sicilya’nın fethinde de önemli bir rol oynamışlardır.
  • Mimarileri: Londra Kulesi ve Westminster Abbey gibi Orta Çağ’ın en etkileyici ve ikonik mimarilerinden bazılarından sorumluydular.
  • Mutfakları: Yiyecek ve içecek sevgileriyle tanınırlardı ve mutfakları da bunu yansıtır. En popüler Norman yemeklerinden bazıları biftek, domuz eti ve elma şarabıdır.

İlginizi Çekebilir: 2.Dünya Savaşı’nın İkonik Silahı: M1 Garand

]]>
http://saribaykus.com/normanlar/feed/ 0
Soğuk Savaşın Nedenleri, Gelişimi ve Sonu [1947-1991] http://saribaykus.com/soguk-savasin-nedenleri/ http://saribaykus.com/soguk-savasin-nedenleri/#respond Fri, 08 Jul 2022 11:14:50 +0000 http://saribaykus.com/?p=2336 Soğuk Savaş olarak bildiğimiz dönem, Amerika Birleşik Devletleri ile eski Sovyetler Birliği arasındaki bir mücadeleydi. Bu mücadele gerçek anlamda dolaylıdır ve 1947 ile 1991 yılları arasında 20. yüzyılın ikinci yarısına yayılmıştır. Bu yazımızda Soğuk Savaş’ın ne olduğunu, Soğuk savaşın nedenlerini, gelişimi ve nasıl sonlandığını derinlemesine inceleyeceğiz.

Soğuk Savaş Nedir?

Soğuk Savaş dönemin iki süper gücü olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve Amerika Birleşik Devletleri’ni (ABD) dünya üstünlüğü için ideolojik olarak karşı karşıya getiren 20. yüzyılın en büyük askeri, ekonomik, kültürel ve sosyal çatışmalarından biriydi. Bir taraf komünist modelin savunucularıyken, diğer taraf ise kapitalist modeli savunuyorlardı.

Soğuk Savaş Nedir?

George Orwell Soğuk Savaş terimini kullandı çünkü bu bir vekalet savaşıydı. Yani iki rakip açıkça karşı karşıya gelmedi ya da birbirlerine karşı doğrudan savaş benzeri bir eylemde bulunmadılar. Bunun yerine uydu ülkeler olarak adlandırabileceğimiz ülkelerin çatışmalarına müdahale ederek dolaylı yoldan savaştılar.

Neden Soğuk Savaş olarak adlandırıldı?

Gerginliklere rağmen, doğrudan bir askeri çatışma gerçekleşmediği için Soğuk Savaş olarak adlandırıldı .

Yaşanan durumlar bunun küçük bir çatışma olduğu ya da muazzam bir insani maliyeti olmadığı anlamına gelmez. Aslında Soğuk Savaş 40 yılı aşkın bir süre boyunca iki savaşan bloğa böldüğü dünyanın büyük bir bölümünü kapsadı. Çin İç Savaşı’nın ikinci kısmı (1946-1949), Kore Savaşı (1950-1953), Sina Savaşı (1956), Vietnam Savaşı (1955-1970) ve Afgan-Sovyet Savaşı’nı (1979) kapsadı.

Soğuk Savaş resmi olarak 12 Mart 1947 yılında başlamış ve Aralık 1991’de Sovyetler Birliği’nin siyasi olarak dağılması ve kapitalist modelin küresel zaferi ile sonuçlanmıştır.

Soğuk Savaş, uluslararası güç dengesini sonsuza dek değiştiren ve tüm bölgelerin siyasi, ekonomik ve sosyal yapılanması üzerinde kalıcı bir iz bırakan, çağdaş tarihin en büyük mücadelelerinden biriydi. Aynı zamanda yıkıcı etkileri gezegendeki insan yaşamını tehdit edebilecek atom savaşı korkusunun ilk kez ortaya çıktığı bir döneme işaret ediyordu.

Soğuk Savaş ne zaman başladı?

Soğuk Savaş, Harry Truman’ın Kongre’deki konuşmasından sonra 
12 Mart 1947 Çarşamba günü başladı.

Soğuk Savaş’ın Arka Planı

Soğuk Savaş’ın Arka Planı

Soğuk Savaş’ın başlangıcı bazı yazarlara göre 20. yüzyılın başlarına, Birinci Dünya Savaşı’nın önemli bir rol oynadığı Rus İmparatorluğu ile Batı imparatorlukları arasındaki siyasi ve ekonomik hegemonya rekabetine kadar uzanmaktadır.

Aslında kapitalizm ve komünizm arasındaki çatışma 1917 yılında Rus iç savaşı ve ardından Çarlık hükümetini deviren ve tarihteki ilk sosyalist ulusu kuran Ekim Devrimi bağlamında başladı. Amerika Birleşik Devletleri bu çatışmaya Beyaz Hareket lehine ve devrimci Kızıl Ordu aleyhine müdahale etti.

Ancak Soğuk Savaş’ın doğrudan başlaması İkinci Dünya Savaşı’nda Batılı güçlerin liderleri olan Britanyalı Winston Churchill (1874-1965) ve ABD’li Franklin Delano Roosevelt’in (1882-1945) Alman Üçüncü Reich birliklerine ve Adolf Hitler’in (1889-1945) yayılmacı iddialarına karşı koymak için Sovyet diktatör Yósif Stalin (1878-1953) ile yapmak zorunda kaldıkları ittifakta yatmaktadır.

2.Dünya Savaşı’nda ABD ve Sovyetler her ne kadar Nazilere karşı ortak savaşsa da kendi aralarında da farklı bir mücadele vardı. Bunun en bariz örneği Berlin’e her iki tarafında önce varmak istemesidir. Ancak 2. Dünya Savaşı sonrası Sovyetler’in 1948-1949 yılları arasında uyguladığı Berlin Ablukası Soğuk Savaş’ın en önemli krizlerinden biri haline gelmişti. Bu durum dünyanın savaşan iki bloğa bölünmek üzere olduğunu ortaya koymuştu. Bunlar:

  • Kuzey Atlantik Antlaşması’nı imzalayan ülkeleri oluşturan (NATO’yu doğuran) Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık tarafından kontrol edilen Batı Bloğu veya kapitalist blok.
  • Sovyetler Birliği tarafından kontrol edilen ve Varşova Paktı’nın imzacılarından oluşan Doğu Bloğu veya komünist blok.

Soğuk Savaşın Aşamaları

Soğuk Savaşı tek bir dönem olarak değil bir dönemler silsilesi olarak tanımlamak doğru olur. Bu bağlamda Soğuk Savaşın aşamaları şu şekildedir:

Soğuk Savaşın Aşamaları – Soğuk Savaşın Nedenleri

Birinci Soğuk Savaş (1945-1962)

Bu aşamada ABD ve SSCB; Avrupa, Orta Doğu, Latin Amerika ve Asya ile Afrika’nın yeni devletlerinde nüfuzlarını genişletmek için yarıştılar. Bu yılların başlıca krizleri Berlin Ablukası (1948-49), Çin iç savaşının son aşaması (1946-49), Kore Savaşı (1950-53), Sina Savaşı (1956), Berlin Duvarı’nın inşası (1961) ve Küba’ya Sovyet füzelerinin yerleştirilmesidir (1962).

Yumuşama Dönemi (1962-1979)

Doğu Bloku’ndaki ekonomik sorunlar SSCB’nin askeri müdahalelerini azaltmasına yol açtı. Bunun istisnası 1968’de Prag Baharı‘nı sona erdiren Çekoslovakya’nın işgaliydi.

ABD ise Başkan Richard Nixon’ı istifaya zorlayan Watergate skandalından ve Vietnam Savaşı’ndaki yenilgiden muzdaripti. İkincisi Bağlantısızlar Hareketi’ni oluşturan Üçüncü Dünya ülkelerindeki etkisini zayıflattı. Bu krizler süper güçleri barış içinde bir arada yaşamayı düşünmeye zorladı ve bu da nükleer cephaneliklerini sınırlayan anlaşmaların imzalanmasına yol açtı.

İkinci Soğuk Savaş (1979-1985)

Barış içinde bir arada yaşama 1979 yılında SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesi ve sırasıyla İran ve Nikaragua’daki Batı yanlısı hükümetleri deviren İslam Devrimi ve Sandinista Devrimi‘ni desteklemesiyle sona erdi.

ABD Başkanı Jimmy Carter askeri harcamaları artırarak ve 1980 Moskova Olimpiyatlarını boykot ederek tepki gösterdi. Halefi Ronald Reagan ülkesinin komünist hükümetleri devirme ve dünyanın herhangi bir yerinde Sovyetlerle karşı karşıya gelme hakkını savunan Reagan Doktrini‘ni ilan etti. Reagan bu varsayımlara dayanarak Grenada’yı işgal etti (1983), Libya’yı bombaladı (1986), Afganistan’da Sovyetlerle savaşan İslamcı gerillalara yardım sağladı ve Nikaragua Kontralarını destekledi.

Soğuk Savaşın Sonu (1985-1989)

ABD’nin askeri harcamalarına 1980’de askeri harcamaları GSYİH’sinin %’ini oluşturan SSCB karşı koyamadı. Bu durum uluslararası petrol fiyatlarındaki düşüş ve dövizin azalmasıyla birlikte Sovyet ekonomisini krize soktu. Yeni komünist lider Mihail Gorbaçov’un askeri harcamaları azaltma çabaları, Cenevre (1985), Reykjavik (1986) ve Washington’da (1987) yapılan ve Reagan ile nükleer cephaneliklerini azaltma konusunda anlaştıkları uluslararası zirvelerle sonuçlandı.

Ancak Batı’ya doğru açılım ve süper güçler arasındaki yumuşama, Doğu Avrupa’daki sosyalist hükümetleri yerinden etme gibi bir yan etki yarattı. Nihayet 1989’da Gorbaçov ve Reagan’ın halefi George Bush’un Soğuk Savaş’ın sona erdiğini ilan ettikleri Malta Zirvesi gerçekleşti.

Soğuk Savaşın Özellikleri

Soğuk Savaşın temel özellikleri şunlardır:

  • Bu doğrudan silahlı bir çatışma değildi. Ancak iki taraf arasında sürekli bir çatışma tehdidi oluşturuyordu.
  • Her blok kendini işbirliği, karşılıklı yardım ve askeri destek anlaşmaları yoluyla örgütledi. Batı bloğu NATO’dan, Doğu bloğu ise Varşova Paktı ve Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi’nden (COMECON) oluşuyordu.
  • ABD’nin Batı bloğu ülkelerinin hükümetlerine verdiği destek, komünizmin dünya çapında yayılmasını durdurmayı amaçlayan Truman Doktrini’ne dayanıyordu.
  • Hem ABD hem de SSCB’nin tüm gezegeni yok edebilecek kapasitede nükleer silahlar biriktirmesi nedeniyle büyük bir silahlanma söz konusu oldu.
  • Savaşan devletlerin yıkıcı kapasitelerinin göstergesi, sürekli nükleer denemeler ve askeri geçit törenleri ile kendi güçlerini sergilemeleri oldu.
  • Süper güçler arasındaki denge karşılıklı yıkıma yol açacak nükleer çatışma korkusuyla sağlandı. Bu durum Batı toplumlarında güçlü bir nükleer savaş korkusuna yol açmıştır. Dünyadaki gerilimin en üst düzeye çıktığı an Küba Füze Krizi (1962) olmuştur.
  • Güçler arasındaki çatışma özellikle Asya ve Afrika’da diğer ülkeler arasındaki çatışmalara doğrudan ya da dolaylı olarak müdahil olma şeklinde kendini göstermiştir. Örneğin, Kore Savaşı (1950-1953), Vietnam Savaşı (1955-1975) ve Yom Kippur Savaşı (1973).
  • Bloklar arasındaki çatışma bilim, kültür ve teknoloji gibi diğer alanlarda da kendini göstermiştir. Bu tezahürlerden biri uzayın keşfi ve fethi için bir rekabet olan uzay yarışıydı.
  • Her iki blokta da çatışma devasa propaganda aygıtları tarafından sürdürüldü. Güçler için başarılar iletişimleri kadar önemliydi. Çünkü misyonlarının başarıları bir modelin diğerine karşı zaferi olarak algılanıyordu.

Soğuk Savaşın Nedenleri

Soğuk Savaşın Nedenleri

Soğuk Savaşın nedenleri şu şekilde özetlenebilir:

  • Komünizmin yükselişinin 20. yüzyılın başındaki Rus Devrimi ve 1927’de Çin İç Savaşı’nın patlak vermesinin ardından Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki güçler arasında yarattığı korku ve anti-komünist duygular.
  • Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın çöküşü ve dünya düzenindeki yerini Nazileri yenen iki ülke olan Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği’ne bırakması.
  • Hem İkinci Dünya Savaşı’nın hem de ABD’nin Avrupa’yı daha hızlı yükselmeye ittiği ekonomik toparlanmaya yönelik Marshall Planı’nın bir sonucu olarak ABD’nin Avrupa’ya artan müdahalesi.
  • Soğuk Savaşın nedenleri arasında belki de en belirgin olanı ABD ve Sovyetlerin ideolojilerini, siyasi , ekonomik ve sosyal örgütlenme modellerini tüm dünyaya yayma hırsı.
  • 1945’te Sovyetler Birliği’nin askeri güçleri tarafından kurtarılmalarından itibaren daha önce Nazi işgali altındaki Doğu Avrupa topraklarının Rusya tarafından işgali.
  • Soğuk Savaşın nedenlerinden biri de Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombasıydı. Bu Sovyetlere karşı örtülü bir tehdit olarak görülüyordu.

Soğuk Savaşın Sonuçları

Soğuk Savaşın sonuçları çağdaş tarih açısından çok büyük ve derin olmuştur.

  • Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra ABD’nin dünyanın tek süper gücü haline gelmesiyle kültürel hegemonyasını serbestçe uygulamaya başladı.
  • Çin ve Sovyetler Birliği arasında 1950’lerde başlayan kopuş komünist dünyanın Leninist ve Maoist kamplara bölünmesine yol açtı. Bu durum 1970’lerde ABD ile Çin arasında önemli bir yakınlaşmaya olanak sağlamıştı.
  • Üçüncü dünya ülkeleri olarak adlandırılan birçok ülkede diktatörler başa geldi ve her iki gücün de dahil olduğu, taraf seçtiği iç savaşlar patlak verdi. Örneğin Güney Amerika’daki zalim anti-komünist diktatörlükler ABD tarafından, Asya ve Doğu Avrupa’daki komünist diktatörlükler de SSCB tarafından desteklenmişti.
  • Dünyanın dört bir yanında özellikle her bir gücün yakın nüfuz bölgelerinde meydana gelen ikincil çatışmalarda milyonlarca insan hayatını kaybetti. Küçük Asya, Latin Amerika ve daha az ölçüde Afrika ve Orta Doğu örnek olarak gösterilebilir. Bu çatışmalar sonucunda pek çok ulusun kaderi sonsuza dek değişti.
  • Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin (DDR) bariz ekonomik, ticari ve kültürel geri kalmışlığının ardından 1989’da Almanya’nın yeniden birleşmesi ve ardından varlığının sona ermesi.
  • Komünist ütopyanın sonu sadece Sovyetler Birliği’nin Batı ile uzun süren çatışmadan sağ çıkamaması nedeniyle değil, aynı zamanda devrimci hükümetlerinin dehşeti ve halkının maruz kaldığı ekonomik zorluklar tüm uluslarca bilinir hale geldi. Bu ideolojik hayal kırıklığı 20. yüzyılın sonunu ve küreselleşmiş hiper-kapitalist dünyanın başlangıcını işaret ediyordu.

Soğuk Savaşın Sonu

Soğuk Savaşın Sonu – Soğuk Savaşın Nedenleri

Soğuk Savaş, yıllar süren krizlerin ardından 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla resmen sona ermişti. Aslında Sovyetler’in 1980’lerin sonlarında Doğu Avrupa’nın sosyalist ülkelerine kaynak ve nüfuz enjekte etme kabiliyeti çoktan azalmıştı. Dahası eski ideolojik müttefiklerinin çoğu şu ya da bu şekilde serbest piyasaya geçmeye başlamıştı.

Mikhail Gorbachev yönetiminde perestroyka (yeniden yapılanma) ve glassnost (açıklık) olarak bilinen değişim ve yeniden yapılanma süreçleri, Sovyet devinin ekonomik ve sosyal çöküşünü durdurmaya çalışmıştı. Ancak bu durum komünist başarısızlığın uluslararası alanda tanınması olarak yorumlanmıştı.

Bu dönemin sonunda SSCB’yi oluşturan ulusların birçoğu kendi bağımsızlık süreçlerini başlatarak 73 yıllık komünist varlığa son verdiler. Böylece kapitalizm Soğuk Savaş’tan zaferle çıktı.

Soğuk Savaş ne zaman sona erdi?

Soğuk Savaş 3 Aralık 1989 Pazar günü Başkan George Bush’un Malta Zirvesi’nde savaşın sona erdiğini duyurmasıyla sona erdi. Bazı tarihçiler Soğuk Savaş’ın 26 Aralık 1991 Perşembe günü Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla sona erdiğini düşünüyorlar.

Bu yazımızda “Soğuk Savaşın Nedenleri, Gelişimi ve Sonu” başlığını ele aldık. Dilerseniz Tarih ile ilgili diğer başlıklara da bu bağlantıdan göz atabilirsiniz.

Kaynakça:

]]>
http://saribaykus.com/soguk-savasin-nedenleri/feed/ 0
1949 Çin Komünist Devrimi Nedenleri ve Sonuçları http://saribaykus.com/cin-komunist-devrimi/ http://saribaykus.com/cin-komunist-devrimi/#respond Wed, 15 Jun 2022 22:00:00 +0000 http://saribaykus.com/?p=2021 1949 Çin Komünist Devrimi nedir? Devrimin nedenleri, aşamaları ve sonuçları nelerdir? Detaylar yazımızda…

Çin Komünist Devrimi Nedir?

Çin İç Savaşı’nın sonunda gerçekleşen 1949 Çin Devrimi, Çin Komünist Devrimi olarak bilinir. 1927’de başlayan iç savaş, General Chiang Kai-shek liderliğindeki Kuomintang veya KMT’nin Çinli milliyetçileri ile Mao Zedong liderliğindeki Çin Komünist Partisi destekçilerini karşı karşıya getirdi.

Çin Komünist Devrimi Nedir?

Çin Komünist Devrimi, İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından 1946’da başladı ve 1927’de başlayan Çin İç Savaşı’nın ikinci bölümünü oluşturdu. Japonların Çin’i işgali nedeniyle Milliyetçi ve Komünist taraf arasında ateşkes ilan edilip ortak bir cephe oluşturulsa da savaş sonrası gerilim tekrar alevlendi.

İç savaşın yeniden başlamasını önlemeye yönelik müzakereler olsa da bunlar başarısızlıkla sonuçlandı. Birkaç yıl süren çatışmaların ardından Komünist güçler ülkenin kontrolünü ele geçirerek Milliyetçileri Tayvan adasına sürgün etti. 1 Ekim 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti ilan edildi ve hâlen devam eden sosyalist hükümet sistemi kurulmuş oldu.

Çin Komünist Devriminin Kronolojisi

Çin Komünist Devrimi aşağıdaki kronolojik aşamalara ayrılabilir:

  • Barış görüşmelerinin 1946’da sona ermesi: Bu aşamada, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği’nin taraflar arasında arabuluculuk yapma ve birbirleriyle karşı karşıya gelmelerini önleyecek karma bir hükümet kurma çabalarına rağmen Çin İç Savaşı yeniden başladı. Sovyetler Çinli devrimcileri açıkça desteklemişti. Soğuk Savaş’ın iki kutuplu rüzgârları, hem ABD hem de SSCB’nin Çin’in etki alanıyla mücadele etmesi nedeniyle bölgede hissedilmeye başlanmıştı.
  • Milliyetçi Taarruz (1946-1947): Müzakerelerin kesilmesinin ardından ilk hamle, ABD’nin Çin hükümetine silah satışının 10 ay süreyle askıya alınmasına bile yol açan protestolarına rağmen Mançurya ve Kuzey Çin’i işgal ederek 165 şehri ele geçiren Milliyetçiler tarafından yapıldı. Aynı yılın sonunda Çin Ulusal Meclisi, Komünistlerin temsil edilmediği demokratik bir anayasa ilan etti. Milliyetçilerin askeri üstünlüğü, düşmanlarını ezme girişimlerinin başarısız olduğu ve saldırılarının nihayet durdurulduğu Nisan 1947’ye kadar sürdü.
  • Komünistlerin karşı saldırısı (1947-1948): 1947 yılının ortaları savaşın kaderinde bir dönüm noktası oldu. Mao Zedong Kızıl Ordusu’nun ilk etkili karşı saldırılarıyla şehirleri geri aldı ve düşmanın moralini bozarak kitlesel firarları tetikledi.
  • Belirleyici komünist zaferler (1948-1949): Komünist ordunun saldırısı savaşın gidişatını tersine çevirdi ve Mançurya’yı yeniden ele geçirerek rakiplerine neredeyse yarım milyon askeri kayıp verdirdiler. 1948’in sonuna kadar ülkenin kuzeybatısının tamamını ele geçirdiler. Mevzilerini takviye etme kabiliyetleri zayıflayan ve moralleri dibe vuran Milliyetçiler; Huai-Huai, Liao-Shen ve özellikle de Xuzhou Muharebesi gibi bir dizi önemli yenilgi aldı. 1948’in sonlarına doğru durum açıkça Komünistlerin lehine gelişti ve Milliyetçi general Chiang Kai-shek müzakerelerin yeniden başlatılması çağrısında bulunarak Avrupalı büyük güçlerin, SSCB’nin ve ABD’nin desteğini istedi. Hepsi onun çağrısını reddetti.
  • Son Saldırı (1949): Çin’in imparatorluk başkenti Pekin’i ele geçirdikten sonra Komünistler artık sona yaklaşıyordu. Milliyetçilerle kısa ve sonuçsuz bir müzakere döneminin ardından, Nisan ayında Çin Cumhuriyeti’nin eski başkenti Nanjing’e girdiler ve ülkenin kontrolünü tamamen ele geçirdiler. 1 Ekim’de yeni komünist cumhuriyeti ilan ettiler ve düşmanlarını Tayvan adasına gitmeye zorladılar.

Çin Komünist Devriminin Nedenleri

Çin Komünist Devriminin Nedenleri

Çin Komünist Devrimi’nin nedenleri, 20. yüzyılın başında Ching hanedanının yıkılmasından bu yana var olan karmaşık ilişkiler ağında aranmalıdır.

Ülke güçlü Avrupa etkilerine sahip demokratik ve kapitalist bir Çin’in cumhuriyetçi destekçileri ile Çin köylülüğünü geri kazanmayı ve sınıflı toplumu ortadan kaldırmayı amaçlayan Mao Zedong’un Sovyet komünizminin takipçileri arasında bölünmüştü.

Bu açıdan bakıldığında, Çin İç Savaşı’nın kendisi Komünist Devrime yol açmıştır. Özellikle de 20. yüzyılın dünya güçleri Çin’de bir müttefik edinmek için işe karışmaya başladıklarında: SSCB ve ABD, tercih ettikleri tarafları diplomatik, ekonomik ve askeri olarak açık veya gizli bir şekilde desteklemişlerdir.

Dolayısıyla, Çin Cumhuriyeti ile ABD arasındaki ilişkilerin kötüleşmesi, askeri dengenin Komünistler lehine değişmesinde önemli bir faktör olmuştur.

Buna Sovyet desteği ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Mançurya’da Japon ordusundan ele geçirilen silahların Komünistlere teslim edilmesi de eklendiğinde, 1949’da Komünist zaferin kazanılmasında büyük bir uluslararası desteğin olduğu da ortaya çıkmaktadır.

1949 Çin Komünist Devrimin Sonuçları

Çin’deki çatışmada komünistlerin kazandığı zafer, mevcut Cumhuriyetin ortadan kaldırılması ve temsilcilerinin sürgüne zorlanması sonucunu doğurmuştur. Mao’nun birlikleri siyasi iktidarı ele geçirdi ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan etti.

Bu yeni devlet komünist ve otoriterdi. Siyasi ve ruhani lideri de Mao’ydu. Bu aynı zamanda Çin İç Savaşı’nın da sonu oldu ve Mao Zedong’un önderliğinde gerçekleşecek olan Çin Kültür Devrimi‘nin temellerini attı.

Çin Komünist Devriminin Önemi

1949’daki Çin Devrimi, 1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından 20. yüzyılın sonunda Çin’in neden tek büyük komünist güç olduğunun açıklamasıdır. Aynı zamanda gelecek on yıllar boyunca uluslararası siyasetin kaderini şekillendiren eşsiz bir tarihi olaydı.

Komünist Çin uluslararası alanda giderek daha etkili hale geldikçe, kendisini Sovyetler Birliği’nden ayrı bir model olarak görmeye başladı. Daha sonra “Maoizm” olarak adlandırıldı ve Kamboçya gibi diğer komşu ülkelerde de felaketle sonuçlanacak şekilde tekrarlandı.

Çin Komünist Devrimi Sırasında Önemli Liderler

Çin Komünist Devriminin önemli isimleri şunlardır:

Mao Zedong / Mao Tse-Tung (1893-1976)

Çin Komünist Devrimi Liderleri – Mao Zedong

Çin Komünist hareketinin lideri ve 1949’da Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Çin Komünist Partisi’nin en üst düzey lideri. Mao köylü bir aileden geliyordu. Genç yaşta Japon işgalcilere ve daha sonra milliyetçilere karşı savaştı. Bir zamanlar ülkesini sadece komünizmin kurtarabileceği vizyonuyla hareket etti. Çin toplumunun özelliklerine uyarlanmış kendi Marksizm-Leninizm versiyonunu ilan etti ve bu da acımasız bir otoriterlik ve Çin’in bugünkü gücüne ulaşmasında önemli bir rol oynayan kapalı kapılar ardında bir kalkınma modeliyle sonuçlandı.

Chiang Kai-shek (1887-1975)

Chiang Kai-shek

Mao Zedong’a karşı çıkan Çinli milliyetçilerin askeri ve siyasi lideri, Kuomintang partisinin kurucusu Sun Yat-sen’in halefi. İç savaşta komünistler tarafından yenilgiye uğratıldıktan sonra Tayvan’a sığındı ve ölene kadar komünizmin çöküşünü ve cumhuriyetçi bir Çin’i yeniden inşa etme fırsatını bekledi.

George Marshall (1880-1959)

George Marshall

Dünya Savaşı sırasında Genelkurmay Başkanı olan ve savaşın sona ermesinden sonra Avrupa’daki 18 ülkenin yeniden inşası için kendi adını taşıyan ekonomik planın (“Marshall Planı”) mimarı olan Amerikalı subay. Bu ona 1953 yılında Nobel Barış Ödülü’nü kazandırmıştı. Savaşan gruplar arasında arabuluculuk yapmak üzere ABD’nin Çin’deki elçisiydi. Ancak hiçbirinin onun varlığını hoş karşılamadığını ve çatışmayı silah zoruyla çözmeyi tercih ettiğini fark edince 1947’de geri çekildi.

Çin ne zaman komünist oldu?

Çin 1949’da Mao Zedong önderliğinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla komünist oldu.

Günümüzde Çin komünist mi?

Günümüzde dünyadaki mevcut komünist devletler; Çin, Küba, Laos ve Vietnam’dır.

Sosyalist bir devletin veya Halk Cumhuriyeti’nin özellikleri nelerdir?

Sosyalist devlet ya da Halk Cumhuriyeti, Marksizm-Leninizm ideolojisine ve genel olarak sosyalizme dayanır. Temel özellikleri özel mülkiyetin kaldırılması ve tek bir partinin varlığıdır.

Kaynakça:

İlginizi Çekebilir: Rus Devrimi Nedir? – Nedenleri ve Sonuçları (1917-1923)

]]>
http://saribaykus.com/cin-komunist-devrimi/feed/ 0
Kısaca Monroe Doktrini Nedir? (1823) http://saribaykus.com/kisaca-monroe-doktrini/ http://saribaykus.com/kisaca-monroe-doktrini/#respond Fri, 03 Jun 2022 15:55:32 +0000 http://saribaykus.com/?p=1828 Amerika Birleşik Devletleri tarafından 1823 yılında ilan edilen Monroe Doktrini nedenleri ve sonuçları nelerdir? Kısaca Monroe Doktrini nedir?

Kısaca Monroe Doktrini (Yalnızlık Politikası)

Monroe Doktrini, Avrupa’nın Amerika kıtasının kaderine müdahalesini, ABD’ye karşı doğrudan bir hakaret olarak gören ve buna güçlü bir şekilde karşılık verilmesini öngören bir politikadır. Bu durum, çok sayıda eski Avrupa sömürgesinin kurtuluş mücadeleleriyle aynı döneme denk geldiği, sömürgecilik ve emperyalizmle doğrudan yüzleştiği ve yeni kurulan Latin Amerika cumhuriyetleri için garantör görevi gördüğü için dönemin uluslararası siyaseti üzerinde özel bir etkiye sahipti.

Monroe Doktrini, ABD’nin bunu destekleyecek askeri güçten yoksun olduğu bir dönemde yayınlanmış olsa da, daha sonra Kuzey Amerika ulusu ile kıtanın geri kalanı arasındaki uluslararası ilişkileri tanımlamada önemli hale gelecekti. Bu durum gelecekteki ABD emperyalizminin bir habercisi olarak görülür.

Kısaca Monroe Doktrini, 1823 yılında ABD Başkanı James Monroe (adı da buradan gelmektedir) tarafından Amerika kıtasının geri kalanına ilişkin olarak benimsenen ve ruhu “Amerikalılar için Amerika” ifadesiyle özetlenen bir politikadır.

Monroe Doktrini’nin İlânı

1776’daki Bağımsızlık Bildirgesi ve 1783’te İngiltere ile savaşın sona ermesinin ardından ABD, dönemin uluslararası siyasetinde yavaş yavaş yeni bir oyuncu olarak kendini kabul ettirdi. Bu yeni rol, 1798-1800 yılları arasında Napolyon Bonapart’ın Fransa’sına karşı yürütülen deniz savaşında, 1803 yılında Louisiana’nın satın alınmasıyla sonuçlanan müzakerelerde ve 19. yüzyılın başlarında İspanyol Florida’sı ile Georgia eyaleti arasındaki sınırda yaşanan çeşitli çatışmalarda kendini göstermiştir.

Monroe Doktrini’nin İlânında büyük rol oynayan John Quincy Adams

1812 yılında Amerikalılar, Birleşik Krallık’ın Napolyon Savaşları ile meşgul olmasından yararlanarak Britanya İmparatorluğu’na ait Kanada topraklarını işgal etti. Bu durum 1815 yılına kadar süren ve İngilizlerin Washington şehrini yağmalayıp yaktığı bir savaşa yol açtı. Çatışma, sınırları savaş öncesi durumuna döndüren Ghent Antlaşması‘nın imzalanmasıyla sona erdi.

Anglo-Amerikan Savaşı’nın sona ermesi Prusya, Rusya İmparatorluğu ve Avusturya İmparatorluğu’nun Kutsal İttifak’ı kurmasıyla aynı zamanda gerçekleşmiştir. Avrupa’nın en muhafazakâr monarşileri arasındaki bu anlaşma, İspanyol Krallığı’nın Amerika’daki sömürgeleri üzerindeki hâkimiyetini yeniden tesis etmek için askeri harekâtlara yetki veriyordu.

Bu durum, Avrupalı güçlerin Amerika kıtasında yeni sömürge imparatorlukları kurmaya çalışabileceğinden korkan ABD hükümetini alarma geçirdi. Başkan Monroe’nun yönetimi bu planları engellemek için kendi adını taşıyan doktrini ilan etti.

Kısaca Monroe Doktrini’nin Nedenleri

Kısaca Monroe Doktrini’nin Nedenleri

Monroe Doktrini’nin nedenleri arasında aşağıdakiler öne çıkmaktadır:

  • Kutsal İttifak’ın İspanyol Bourbonlarının Amerika’daki sömürge imparatorluklarını yeniden inşa etme planlarına verdiği destek.
  • Amerikalı liderlerin Napolyon Savaşları’nın sona ermesinden sonra Fransa, İngiltere, Portekiz ve Hollanda’nın kaybedilen sömürgeleri geri almaya veya Amerika kıtasında yeni topraklar fethetmeye çalışacakları korkusu.
  • Amerikalı liderlerin, eski Başkan Thomas Jefferson’ın “Amerika Birleşik Devletleri’nin kendine ait bir yarım küresi vardır” şeklindeki özdeyişini gerçekleştirme iddiası.

Monroe Doktrininin Temel Amaçları

Kısaca Monroe Doktrini’nin temel amacı Batı Yarımküre’de yeni bağımsızlığını kazanan ulusları daha fazla Avrupa sömürgeciliği ve müdahalesinden korumaktı. Doktrin, Amerika Birleşik Devletleri’nin Amerika’daki hiçbir yeni koloniyi tanımayacağını ve yeni bağımsız devletlerin işlerine herhangi bir Avrupalı müdahalesine karşı çıkacağını ilan etti. Ayrıca Doktrin, Amerika Birleşik Devletleri’ni Avrupa’nın sömürgeleştirme ve müdahale tehdidinden korumaya hizmet etmiştir.

Monroe Doktrini’nin Sonuçları

Monroe Doktrini’nin Sonuçları

Kısaca Monroe Doktrini’nin sonuçları aşağıdaki gibi olmuştur:

  • Avrupa’nın Amerika’yı yeniden sömürgeleştirme planları, Amerika Birleşik Devletleri’nin askeri tehdidinden çok İngiliz muhalefeti nedeniyle engellendi. Buna rağmen, Amerika Birleşik Devletleri’nden herhangi bir müdahale gelmeden, Avrupa’nın Amerikan ülkelerine bazı müdahaleleri oldu. Bunlar arasında İngiltere’nin 1833’te Falkland Adaları’nı gasp etmesi,1845’ten 1850’ye kadar Río de la Plata’nın İngiliz-Fransız ablukası altında kalması ve 1861 ile 1865 arasında Dominik Cumhuriyeti’nin İspanyollar tarafından işgali yer alıyordu.
  • Yaşanan durumlar bazı Latin Amerikalı liderler arasında coşku yaratırken, bir yabancı tahakkümünden çıkıp diğerine girme konusunda dikkatli olunması gerektiğini savunan diğer liderler arasında ihtiyat ve şüphe uyandırdı. Zamanla ABD’nin “Amerikalılar için Amerika “dan söz ederken Amerika ile tüm kıtayı, Amerikalılar ile de sadece Amerikalıları kastettiği anlaşıldı.
  • Birleşik Devletler’in sınırlarını batıya doğru genişletmeye devam etmesini sağladı. Bu genişleme, Amerikalıların Atlantik ve Pasifik arasındaki tüm bölgelere hükmetmeye istekli olduğu Manifest Destiny Doktrini‘nin gelişmesine yol açtı.
  • Başkan Rutherford Hayes’in 1880 yılında, kıta dışı emperyalizmlerin müdahalesini önlemek amacıyla Amerika kıtasında inşa edilecek okyanuslar arası kanal üzerinde Amerika Birleşik Devletleri’nin münhasır kontrol sahibi olması gerektiğini ileri süren bildirilerin destek bulması.
  • Gelişmeler 1902 ve 1903 yılları arasında bazı Avrupalı güçler tarafından Venezüella kıyılarının deniz ablukasına alınması sırasında ABD’nin Venezüella adına müdahale etmeyi reddetmesine yanıt olarak Drago Doktrini‘nin ilan edilmesine yol açtı.
  • Başkan Roosevelt, 1904’ten itibaren Latin Amerika’daki ABD hegemonyasını meşrulaştırmayı amaçlayan ve Büyük Sopa Politikası olarak adlandırılan politikayı uygulamaya koydu.

Kaynaklar:

Kısaca Monroe Doktrini (1823) yazımıza benzer şu içeriklere de göz atabilirsiniz.

]]>
http://saribaykus.com/kisaca-monroe-doktrini/feed/ 0
Sanayi Devrimi Nedenleri ve Sonuçları (1760-1840) http://saribaykus.com/sanayi-devrimi-nedenleri-sonuclari/ http://saribaykus.com/sanayi-devrimi-nedenleri-sonuclari/#respond Sun, 29 May 2022 06:00:00 +0000 http://saribaykus.com/?p=1562 Günümüz teknolojisinin en önemli sıçrama tahtası Sanayi Devrimi nedenleri ve sonuçları nelerdir? Bu yazımızda bu konular üzerinde durmuş olacağız.

Sanayi Devrimi, 18. ve 19. yüzyıllarda dünyanın makine kullanımında eşi benzeri görülmemiş bir büyümeye tanık olduğu bir zaman dilimiydi. Bu durum fabrikaların kurulmasına, seri üretime ve kitlesel istihdama yol açmıştır. Bu devrim, insanların yaşama ve çalışma biçimlerini önemli ölçüde değiştirmiştir.

Sanayi Devrimi Nedir?

18. yüzyılın ikinci yarısı, İngiltere’de Sanayi Devrimi olarak bildiğimiz ve daha sonra diğer Avrupa ülkelerine de yayılacak olan, el işçiliğinden makinelere ve atölyelerden fabrikalara geçişle birlikte çalışma sistemlerinin ve yapısının köklü bir dönüşümünü içeren sürecin başlangıcına tanıklık etmiştir.

Bu devrim, Neolitik devrimden sonraki en büyük devrimdir. Sadece işte değil, aynı zamanda zihniyette ve bir bütün olarak toplumda da topyekûn bir değişim anlamına gelmektedir. Köylüler tarlalarını terk etmiş, çeşitli alanlarda mühendisler gibi uzmanlaşmış insanlar ortaya çıkmıştır.

Sanayi Devrimi Nedenleri

Sanayi Devrimi Ne Zaman Başladı?

Sanayi Devrimi, James Watt‘ın buhar makinesini icat etmesiyle İngiltere’de başlamıştır. Sanayi Devrimi Büyük Britanya’yı tarım toplumundan sanayi toplumuna dönüştürmüş, ekonomik büyümeye ve Britanya İmparatorluğu’nun yükselişine yol açmıştır.

Sanayi Devrimi Nedenleri

Sanayileşme sürecinin kökeninde yer alan çeşitli faktörler arasında üçü madde önem kazanmaktadır. Avrupa’daki Ticaret Devrimi, sermaye birikimi ve teknolojik ilerlemelerin (makinelerin) ortaya çıkışı. Sanayi Devrimi’nin gelişmesinin en önemli nedeni, 18. yüzyılda endüstriyel üretim tekniklerinde devrim yaratan buhar makinelerinin, mekanik dokuma tezgahının ve iplik eğirme makinelerinin ortaya çıkmasıdır. O andan itibaren imalat sanayinin yükselişi gerçekleşti. Birinci Sanayi Devrimi önce İngiltere’de gelişti ve daha sonra dünyanın geri kalanına yayıldı.

Sanayi Devrimi nedenleri arasında şunlar gösterilebilir;

İngiltere’deki Siyasi İstikrar

İngiltere’deki Siyasi İstikrar – Sanayi Devrimi Nedenleri

İngiltere’ye diğer komşu ülkelerden önce ekonomik olarak gelişme imkanı veren temel koşullardan biri siyasi istikrarıydı. İngiltere parlamenter monarşi ile yönetiliyordu. Devletin kararları parlamentoda alınıyordu ve bu da vatandaşlar için daha fazla özgürlük anlamına geliyordu.

Çeşitli şirketler kurulduğunda, parlamento sadece çalışma hakkı ve kaynakların kullanımına ilişkin imtiyazları düzenlemişti. Çalışanların hakları ile ilgilenmemişti. Bu da patronların kârlarını arttırarak özgürce hareket etmelerine olanak sağladı.

Sosyal Refah Alanı

Sosyal Refah Alanı – Sanayi Devrimi Nedenleri

Avrupa ülkeleri hem kendi içlerinde hem de aralarında sürekli savaşlar ve iç isyanlar yaşadı. Sanayi Devrimi başladığında, İngiltere Fransa ile çatışma halindeydi ancak bu savaş İngiliz topraklarında yapılmadı. Bu durum İngiltere’ye yeni fikirler geliştirme, değişim yaratma ve sanayileşme çabalarını destekleme alanı sağladı.

Sınırlarının dışındaki savaş, işadamlarının, çiftçilerin ve işçilerin üretmesi gereken silah, üniforma ve malzeme gibi gerekli kalemlerin üretimini de gerektiriyordu.

Finansal Uygunluk

Finansal Uygunluk – Sanayi Devrimi Nedenleri

Sanayi devrimi nedenleri arasında finans önemli bir yer tuttu. İngiltere’nin diğer topraklar üzerindeki sömürge yönetiminin bir sonucu olarak, sermayeyi yatırım için kullanmasını sağlayan büyük bir ekonomik likiditeye sahipti. Ekonomik gücü, girişimcilere kredi sağlayan organize bankaların ortaya çıkmasını sağladı.

Hammaddeye Erişim

Hammaddeye Erişim – Sanayi Devrimi Nedenleri

İngiltere kolonilerden pamuk, kömür gibi hammaddeler konusunda da büyük kaynaklar elde etti. Bu maddeler işlendikten sonra satılmak üzere kolonilere geri gönderildi.

İnsan Gücü

Sanayi Devrimi Nedenleri

Kırsal kesimdeki işgücü durumu değişmişti. Köylülerin artık işleyecek toprakları yoktu. Komünal ve kalıtsal toprakları ellerinden alınmıştı. Toprak sahipleri üçüncü şahısların topraklarını kullanmasını engellemek için sınırlar koymuşlardı. Dahası, hala toprak sahipleri için çalışanlara emekleri karşılığında çok az ödeme yapılıyordu. Bu nedenle, tarım işçileri çıkrık gibi ilkel makinelerle yaptıkları tekstil işine yöneldi.

İlk tekstil fabrikaları açıldığında, tüm işçi kitlesi artık çalışacak tarlası olmayan bu tarım işçilerinden alındı.

Toprakların Terk Edilmesi

Toprakların Terk Edilmesi – Sanayi Devrimi Nedenleri

Toprak sahipleri, köylülerin geride bıraktığı toprağın tüm kontrolünü ele geçirmişti. Aynı zamanda, geleneksel ekim sisteminin yerini, ürün rotasyonunun sığırlara da bakılmasına izin verdiği Norfolk sistemi aldı. Bu da çiftçilerin dönemsel olarak daha az iş yapması anlamına geliyordu. Bu değişiklikler, işçilerin kırsal kesimden tekstil endüstrisine göç etmesine yol açtı.

İşçi Göçü

İşçi Göçü – Sanayi Devrimi Nedenleri

Kırsal kesimden gelen işçiler tekstil bölgesine göç ederek evlerinde iplik ve kumaş üretimine başladılar. İlk tekstil fabrikalarının ortaya çıkmasıyla birlikte, işçiler kırsal kesimden şehirlerde bulunan fabrikalara göç etmişti.

Tekstil Endüstrisinin Gelişimi

Tekstil Endüstrisinin Gelişimi – Sanayi Devrimi Nedenleri

İlk tekstil fabrikaları ekonomik ve üretim patlamasına yol açmış. Bu da ürünlere olan talebi karşılamak için daha fazla fabrika ve daha fazla üretim gerektirmişti. Nihayetinde bu durum sanayinin büyümesine yol açtı.

Tekstil fabrikaları İngiliz toplumuna teknolojik ve gelişimsel bir ivme kazandırdı. Çünkü giderek daha fazla işçi iş aramak için kırsal kesimden şehre göç etti ve girişimciler üretimden büyük kârlar elde etti.

Tekstil fabrikaları ve onların sürekli yenilikleri, Sanayi Devrimi’nin gelişiminde temel bir faktör olmuştur.

Diğer Sanayi Devrimi nedenleri şu şekildedir:

  • Teknolojik gelişmelerle birlikte buhar makinesi gibi araçların kullanılması,
  • Bankacılık, sigortacılık ve girişimciliğin artması ile ticaret hukukundaki gelişmeler sayesinde sanayi yatırımlarının artması.

Sanayi Devriminin Sonuçları

Sosyal, kişisel, ekonomik ve çevresel olmak üzere Sanayi Devriminin sonuçları arasında bazıları şunlardır:

Nüfus Artışı

Sanayi devriminden önce İngiltere halkının yaşam standardı çok düşüktü. Ayrıca hastalık, kıtlık ve kötü sağlık koşulları nedeniyle yüksek bir ölüm oranı vardı. Toplum daha gelişmiş bir toplum haline geldikçe, sokaklardaki ve şehirlerdeki temizlik sistemi giderek iyileştirildi ve böylece yaşam koşulları iyileştirildi. Aynı zamanda, bölge sakinlerine aşı uygulanarak hastalıklardan kaynaklanan ölümlerin önüne geçildi ve böylece ölüm oranı azaltıldı.

Kırsal Göç

Başlangıçta bir neden olan, örneğin işçilerin kırsal kesimden tekstil alanına göçü, aynı sürecin bir sonucu haline geldi. Kırsal kesimden gelenler, fabrikalarda iş bulabilmek için kitleler halinde şehirlere göç etti.

Ekonomik Sürdürülebilirlik

Sürekli endüstriyel üretim, daha fazla üretime yol açan sürekli artan talep anlamına geliyordu. Bu da fabrikalara ve devlete sürekli bir sermaye akışı sağlayarak gelişmiş ülkeler için büyük bir zenginlik yarattı.

Sanayileşme

Sanayi Devrimi Sonuçları

Sanayi devriminin sonuçlarından biri de fazla sanayileşmesiydi. Bir zamanlar yalnızca tarıma adanmış olan ulusların çehresini tamamen değiştirerek sanayi ve teknolojik ilerlemelerle dolu yeni bir çehreye dönüştürdü. Bu özellikle daha sanayileşmiş ülkelerde yıllar içinde artmaya devam eden bir süreç hâline geldi.

Kapitalizm

Ekonomik kaynakların sürekli akışı ve bu sermayelerin girişimciler tarafından yönetilmesinin bir sonucu olarak, büyük miktarda parasal gelirin işletme sahiplerinin elinde olduğunu gösteren kapitalizm kavramı ortaya çıktı. Bu aynı zamanda, toprak ve fabrika sahiplerinin süreçten en çok faydalananları olduğu özel mülkiyet kavramına da ivme kazandırdı.

Kapitalizm, ürünlerin ithalatını kontrol etme ihtiyacını doğurduğundan ilk gümrük sistemleri ortaya çıktı.

Ürün satma ihtiyacı, gelişmiş ülkelerin gelişmemiş ülkelerden çok düşük fiyatlarla hammadde satın aldığı ve daha sonra onlara yüksek maliyetlerle sanayileşmiş ürünler sattığı yeni bir sömürgecilik biçimi olan yeni sömürgeciliğin yükselişine yol açtı.

Sosyal Sınıf Farkı

Kapitalizmle birlikte ekonominin iki toplumsal kesimi arasında da belirgin bir farklılaşma ortaya çıktı. Bunlar sanayi girişimcileri ya da burjuvazi ve işçiler ya da fabrika proletaryası.

Burjuvazi ekonomik kaynakları, endüstrileri yönetiyordu ve daha büyük kaynaklara erişimi olanların ayrıcalıklarıyla dolu sakin bir yaşam standardına sahipti.

Proletarya, fabrikalardaki maaşlı işçilerdi ve çalışma saatlerinin karşılığı olan ücretin ötesinde kaynaklara sahip değillerdi. Çok yoksullardı, kendi evlerini ya da yeterli yiyeceklerini karşılayamıyorlardı.

İşçi sınıfı, büyük şehirlerde aşırı kalabalık koşullarda, ilerlemek için yeterli kaynaklara sahip olmadan yaşıyordu.

İşçinin Sömürülmesi

18. yüzyıla gelindiğinde, işverenler yalnızca şirketlerinin verimlilik düzeyiyle ilgileniyor, sağlık yardımları ya da barınma olanakları bir yana, çalışanlarının çalışma koşullarını ya da çalışma saatlerini bile dikkate almıyorlardı.

İşverenler, haftanın 7 günü, günde 15 saat, son derece içler acısı ve güvensiz koşullarda çalışan erkekleri işe aldılar. Kadınlar ve çocuklar da birkaç saat daha az çalışmak ve erkeklerden çok daha az ücret almak üzere işe alındı.

İşçinin Sömürülmesi

19. yüzyıla gelindiğinde, bu çalışma koşulları büyük bir toplumsal huzursuzluğa neden olmaya başlamış ve sosyalizm ile komünizm de dahil olmak üzere, zenginliğin dengeli bir şekilde dağıtılmasına yönelik doktriner yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.

İşçilerin çalışma ve yaşam koşullarına yönelik bu endişe “Sosyal Sorun” olarak bilinecektir. Çalışanları için daha iyi çalışma koşulları arayan sendikalar ortaya çıktı.

1891 yılında, işçilerin yaşadığı sosyal dramla karşı karşıya kalan Papa XIII. Leo, işçilerin onuruna, ihtiyaçlarına ve haklarına dikkat çeken Rerum Novarum ansiklopedisini yazdı.

Bilim, Teknoloji ve İktisadın Gelişimi

Sanayi devrimiyle birlikte tüm uluslar bilim ve teknolojiyi ilerletmeye ve ülkelerine endüstriyel kalkınma getirmeye çalıştılar. Bankalar, fabrika açmak isteyen yeni vizyonerlere kredi sağlayarak İngiliz örneğini takip etti. Bankaların yanı sıra ticaret odaları ve sigorta şirketleri de açıldı.

Makinelerin İhraç Edilmesi

Endüstrilerin açılmasına yönelik ilgi göz önüne alındığında, bu alan aynı zamanda uluslararası makine ticaretini de geliştirdi. Makine ihraç eden başlıca ülkeler İngiltere, Almanya, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri olacaktı.

Ulaşım Kanalları

Kaynakların ve ürünlerin taşınması ihtiyacı göz önüne alındığında, demiryolu sistemi ülkelerin ve ulusların farklı kısımlarını birbirine bağlamak için başlatıldı. Karayolları ve demiryolları gibi ulaşım ağları yapıldı. Bu da ticaretin gelişmesine katkı sağladı. Hatta 18. yüzyılın sonunda, daha sonra Londra Metrosu olarak bilinen ilk yeraltı demiryolu sistemi geliştirilmişti.

Metropollerin Oluşması

Endüstriler arttıkça şehir nüfusu hızla arttı. Bu da daha fazla konut, köprü ve yol inşa etme ihtiyacını doğurdu. Bunun sonucunda bir milyondan fazla nüfusa sahip büyük metropoller ortaya çıktı.

Elbette bu durum, sıhhi koşulların iyileştirilmesi ihtiyacını doğurdu ve yeni bir atık toplama sistemi başlatıldı. Ölüler artık kiliselerin yanına gömülmüyordu. Şehirlerin dışında mezarlıklar kuruluyordu.

Bilimsel yeniliklerle birlikte tıp daha hızlı bir şekilde gelişti. Aşıların toplumda kullanılması hastalıklardan kaynaklanan ölümleri azaltmıştı.

Thomas Edison’un 1879’da akkor lambayı piyasaya sürmesiyle elektrikli aydınlatma şehirlere ulaşmıştı.

Rekabet Ortamının Ortaya Çıkışı

Sektörün ve ticaretin büyümesi nedeniyle rekabet ortamı ortaya çıktı. Bugün pazar rekabeti olarak bildiğimiz şey ve tabii ki tüketicinin dikkatini ve tercihini çekmeye çalışan reklamcılık gelişti.

Sanayi Devrimi, 18. yüzyılda insanların ve toplumların yaşam biçimini tamamen değiştiren bir dönüşüm süreciydi. Bu, 14. yüzyıla kadar süren, tüm Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerini kucaklayan ve sonrasında Latin Amerika’da da yansımaları olan bir süreçti.

Sanayi Devrimi, endüstriler, üretim ve pazarlama sistemleri, ticari faaliyetler, teknolojik yenilikler ve hatta bugün içinde yaşadığımız siyasi ve ekonomik sistemler ile günümüz toplumunu oluşturdu.

Ülkelerin sosyal gerçekliğini, bazılarının gelişmişliğinin ve diğerlerinin az gelişmişliğinin nedenini anlamak için Sanayi Devrimi olarak bilinen dönüşüm sürecini gözden geçirmek gerekir.

Sanayi Devriminin Buluşları

Sanayi Devrimi sırasında gerçekleşen en önemli icatlardan bazıları şunlardır:

Buhar makinesi: İlk olarak 1768 yılında James Watt tarafından inşa edilen ve kömürle çalışan bir kazandan elde edilen ısıyı hareket gücüne dönüştürebilen motor, trenlerin, buharlı gemilerin ve çok daha güçlü ve hızlı üretim yapan diğer mekanizmaların ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Trenler: Sanayi Devrimi’nin simgesel ve temel figürlerinden biri olan tren, insanların ve malların taşınması için gereken süreyi kısaltmış, uzak köyleri birleştirmiş ve mesafe hakkındaki düşüncelerimizi değiştirmiştir.

Ampul: 19. yüzyılın başlarında geliştirilen elektrik, belki de Avrupa’daki haneler üzerinde en büyük etkiyi yaratan pratik uygulama olmuştur. O zamana kadar aydınlatma gaz veya yakıt yakılarak sağlanıyordu. Ampulün bulunmasıyla aydınlatma gelişti, çalışma ve yaşam süreleri dolaylı yoldan uzadı.

Eğirme makinesi: Bu araç, o zamana kadar elle gerçekleştirilen tekstil üretiminde devrim yarattı ve birkaç iplikçinin aynı anda çalışmasına olanak tanıyarak tekstil üretimini en üst düzeye çıkardı. Kısa bir süre sonra, sürecin göreceli otomasyonunda ilk adımlar atıldı.

Kaynakça:

Benzer içeriklere ulaşmak için bu bağlantıya tıklayabilirsiniz.

]]>
http://saribaykus.com/sanayi-devrimi-nedenleri-sonuclari/feed/ 0 Hızlandırılmış Kurs: Sanayi Devrimi (Büyük Tarih Projesi) nonadult
Rönesans Edebiyatı Özellikleri ve Temsilcileri http://saribaykus.com/ronesans-edebiyati-ozellikleri/ http://saribaykus.com/ronesans-edebiyati-ozellikleri/#respond Fri, 27 May 2022 21:08:30 +0000 http://saribaykus.com/?p=1613 Bu yazımızda Rönesans edebiyatı özellikleri, ne tür konuları işlediğini, türlerini ve önemli temsilcilerini ele alacağız.

Rönesans Edebiyatı Nedir?

Rönesans edebiyatı, 15. ve 16. yüzyıllar arasındaki Rönesans döneminde İtalya’da gelişmiştir. Kültürün yenilenmesini, yeni hümanizm kavramını ve metinlerin yayılmasını sağlayan matbaa gibi zamanın icatlarının etkisini teşvik etmeyi amaçlayan entelektüel bir devrimin parçasıydı.

Rönesans adı, hem edebiyatın hem de hareketin diğer sanatsal disiplinlerinin dayandığı Greko-Romen felsefesinin yeniden keşfine atıfta bulunur. Bu dönem, neredeyse hiçbir yeniliğin ya da sanatın gelişmediği Orta Çağ ile Modern Çağ arasında bir geçiş dönemiydi.

Devrimci Rönesans edebiyatı, Katolik Kilisesi’ne yönelttiği eleştiriler nedeniyle okuyuculardan hem olumlu hem de olumsuz tepkiler alan hümanizm kavramına dayanıyordu. Bu nedenle Kilise destekçileri basılı eserleri yasakladı ya da yaktı.

NOT: Etimolojik olarak “Rönesans” kelimesi Latince “yeniden doğuş” anlamına gelir. Mecazi anlamda, bir bireyin ya da bir grubun enerjisinin ya da ruh halinin iyileşmesini ifade etmek için kullanılır.

Rönesans Edebiyatının Tarihi Gelişimi

Orta Çağ, 15. yüzyılda yerini yeni bir tarihsel aşamaya bırakmıştı. Bu değişim, İstanbul’un fethi (1453), Amerika’nın keşfi (1492) ve matbaanın icadı gibi tarihsel olayların damgasını vurduğu bir değişimdir.

O dönemde, klasik Yunan felsefesini yeniden canlandıran, insanı ve aklı en önemli unsurlar olarak konumlandıran hümanizm yeni bir vizyon ortaya çıkmıştır.

Rönesans Edebiyatı Tarihi

Ortaçağ’dan Rönesans’a Doğru

Felsefi açıdan Rönesans, insan merkezciliği ile karakterizeydi. Yani hayatın, toplumun ve sanatın merkezi insan olmuştu.

Bu kültürel hareket, Greko-Latin antik döneminin kültürel, felsefi ve sanatsal mirasını referans noktası olarak almıştı. İtalya’da başlayan Rönesans, 15. ve 16. yüzyıllar boyunca tüm kıtaya yayılmış ve sanat ile bilginin tüm alanlarını etkilemişti.

Bu dönem, insan aklını en önemli nitelik olarak konumlandırmıştı. Bununla birlikte modern düşünce, gerçekliği açıklamak için doğrudan gözlemi temel alarak kendini kurmaya başladı. Bu anlamda daha bilimsel ve rasyonalist bir bakış açısı gelişmeye başladı.

Fikirler, edebi eserler veya araştırmalar, 1440 yılında Johannes Gutenberg tarafından modern matbaanın icadıyla daha da ileriye taşındı.

Sosyo-Kültürel Değişimler

16. yüzyılda Avrupa, 13. yüzyılda başlayan tarihsel evrimin bir sonucu olarak toplumunda büyük değişiklikler geçirmişti. Siyasi alanda, feodalizmin ortadan kalkması ve monarşilerin gücünün merkezileşmesi söz konusuydu. Bu, kıta ülkelerinin ekonomik, askeri ve idari alanlarında tam bir değişimine yol açtı.

Öte yandan, Amerika’nın keşfi ve diğer kıtalara yapılan çeşitli seferler, hem birey olarak insanın hem de bir bütün olarak toplumların beklentilerini arttırmıştı. Ticaret büyümeye başladı ve bu faaliyetle uğraşan işadamları önem kazandı.

Dini açıdan kilise, krallar üzerindeki etkisini kaybetti ve devlet güçlendi. Bu durum, daha önce neredeyse tamamen kilise tarafından kontrol edilen sanat ve kültür dünyasını da etkiledi. Buna ek olarak, Protestan Reformu Katolik Avrupa’da büyük bir ayaklanmaya neden olmuştu.

Bu değişikliklerin çoğu yeni bir sosyal sınıfın gelişmesiyle ilgiliydi: Bu da Burjuvazi denilen ve şehirlerde yaşayan tüccarlar ve zanaatkârların oluşturduğu sınıftı. Soylular güç kaybetti ve burjuvalar yeni bir zihniyeti empoze edebilir hâle geldiler.

Rönesans Edebiyatı Özellikleri

Rönesans edebiyatı özellikleri şunlardır:

  • Bu akım 15. ve 16. yüzyıllarda ortaya çıkmıştır. Ancak ilk tezahürlerini 13. ve 14. yüzyıl İtalya’sında Dante Alighieri (1265-1321), Francesco Petrarch (1304-1374) ve Giovanni Bocaccio (1313-1375) gibi isimlerle göstermiştir.
  • Klasik Greko-Romen motiflerinin yeniden ortaya çıkışına ve Aristoteles’in Poetika’sında geliştirdiği taklitçi sanat anlayışına dönülmüştür. Dinin bir tema olarak baskınlığı önemli ölçüde azalmıştır.
  • Hümanizm felsefesinden etkilenen yeni türler, yeni metrik formlar ve yeni temalar ortaya çıkmıştır.
  • Orta Çağ’daki, Tanrı’nın evrenin merkezi olduğu düşüncesinin (Teosentrizm) aksine, insan merkezli bir düşünce empoze edildi(Antroposentrik görüş).
  • Akıl, inancın üzerinde tutulmuş; eleştirel ve rasyonalist ruha büyük değer verilmiştir.
  • Aristoteles’in Poetika’sında ortaya konan klasik modeller yeniden değerlendirildi.
  • Doğa, mükemmelliğin sembolü olarak görülmüş ve idealize edilmiştir.
  • Rönesans edebiyatının geliştiği başlıca ülkeler İtalya, Almanya, Hollanda, İspanya, Portekiz, Fransa ve İngiltere‘dir.

Rönesans Edebiyatının Temaları

Rönesans Edebiyatı Özellikleri

Aşk

Rönesans edebiyatı aşkın, ruhun ve bedenin güzelliğini ele alır. Örneğin Pierre de Ronsard, aşkı lirik şiirinin ana teması haline getirmişti. Tıpkı William Shakespeare’in Romeo ve Juliet‘te imkansız aşk temasını ve beraberinde getirdiği trajediyi ele alması gibi.

Doğa

Doğa ve manzara ile çağrıştırdıkları duygular bu dönemin edebiyatında fazlaca yer alır. Bunun bir örneği pastoral bir tür olan Torquato Tasso’nun draması Aminta‘dır.

Klasik Mitoloji

Klasik Greko-Latin mitolojisi, Luis de Camões’in Lusitanyalılar‘ı gibi dönemin bazı eserlerinde temalar ve karakterlerle yeniden ortaya çıkar.

Kahramanlıklar

Dünyayı dolaşarak kahramanlıklarıyla ün salan, devler ve canavarlar gibi mitolojik yaratıkları yenen ve zayıfları daima koruyan kişilere atfedilerek işlenmiştir. Miguel de Cervantes‘in Don Kişot‘u şövalyelik romanlarının bir parodisidir.

Toplumsal Eleştiri

Bu dönemin edebiyatı aynı zamanda Tormesli Lazarillo gibi eserlerde toplumunun bazı adaletsizliklerini, ahlaksızlıklarını, eşitsizliklerini ve ikiyüzlülüğünü de sorgulamıştır.

Kilise Eleştirisi

Thomas More‘un Ütopya‘sı ve Rotterdamlı Erasmus‘un Deliliğe Övgü‘sü gibi eserlerde kilise tarafından iktidarın nasıl kullanıldığını sorgulayan eleştiriler yer almıştır.

Rönesans Edebiyatı Türleri

Rönesans döneminde çeşitli türde eserler verilmiştir. Bu türler şunlardır:

Lirik Şiir

Rönesans döneminde en çok işlenen tür, İtalyan yazarların etkisiyle önemli bir biçim yenilenmesi geçiren şiirdir.

Modern Roman

Rönesans’ta doğan en büyük tür, en büyük örneği Cervantes’in Don Kişot‘u olan modern romandı. Bu tür sonraki yüzyıllarda popüler hale geldi ve Avrupa ile dünyanın birçok yerinde modern bir tür olarak kendini kabul ettirdi.

Deneme

Belirli bir konu üzerine düzyazı nitelikte yazılan deneme, Rönesans’ta ortaya çıkmıştır. Çeşitli filozoflar ve düşünürler, zamanın ana temaları ve kaygıları üzerinde düşünmelerine olanak tanıdığı için onu coşkuyla geliştirdiler. Bu tür, insan aklının çevresindeki evrene dair bir açıklama yapma görevini yansıtıyordu ki bu da ancak dönemin hümanizmi ve rasyonalizmi sayesinde mümkün olabilmişti.

Rönesans Edebiyatının Temsilcileri

Başlıca Rönesans edebiyatının temsilcileri şunlardır:

Dante Alighieri (1265 – 1321)

Dante Alighieri (1265 – 1321)

Özellikle Ortaçağ’dan Rönesans düşüncesine geçişte temel kabul edilen “İlahi Komedya” eseriyle tanınan İtalyan şairdir.

Miguel de Cervantes (1547-1616)

Miguel de Cervantes (1547-1616)

Romancı, şair, asker ve oyun yazarıdır. Don Kişot ve Örnek Alınacak Hikâyeler‘in ünlü yazarı ve Hispanik edebiyatının en büyük figürüdür. Savaş sırasında bir elini kaybettiği için halk arasında Manco de Lepanto olarak biliniyordu.

William Shakespeare (1564-1616)

William Shakespeare (1564-1616)

Anglo-Sakson edebiyatının en büyük yazarıdır. Avon’un Ozanı olarak bilinen İngiliz oyun yazarı, şair ve aktördür. Belki de eserleri çağdaş Batı kültüründe önemli bir yere sahip olan, dünyanın en ünlü ve sevilen yazarlarından biridir.

Niccolò Machiavelli (1469-1527)

İtalyan diplomat, filozof ve yazardır. Rönesans’ın önemli entelektüel figürlerinden biriydi ve iktidar üzerine düşüncelerini içeren kitabı Prens ile siyaset biliminin babası olarak kabul edilir.

Rotterdamlı Erasmus (1466-1536)

Hollandalı büyük bir hümanist ve filolog olarak, Avrupa çapında gerçekten devrimci bir etkiye sahip olan geniş bir deneme, mektup ve inceleme külliyatı geliştirmiştir. Aslında onun sayesinde Yeni Ahit ilk kez İngilizce ve Almancaya çevrildi.

Garcilaso de la Vega (1498-1536 civarı)

İspanyol şair ve asker olan Vega, Napoli’yi birkaç kez ziyaret ettikten sonra eserlerinde Petrarchan sonet bir üslup edinmiştir. Kırk sone, beş şarkı ve Kastilya Rönesansı’nın en önemli ifadesi olarak kabul edilen bir dizi şiirsel metin yazdı.

François Rebelais (1494-1553 civarı)

Fransız yazar, hümanist ve hekim olan yazar; eserlerinin bir kısmını takma adlar kullanarak ve çeşitli yerel ve popüler geleneklerden yararlanarak yazmıştır. İki obur ve iyi huylu devi konu alan Gargantua ile Pantagruel adlı serisi özellikle iyi bilinmektedir.

Michel de Montaigne (1533-1592)

Michel de Montaigne (1533-1592)

Filozof, yazar, hümanist ve edebi bir tür olarak denemenin babası olan Fransız, tüm eserlerini 1572 ile 1592 yılları arasında şatosunun kulesinde yazdı ve kendine tek bir soru sordu: “Ne biliyorum? Zamanının en dahi beyinlerinden biri olarak kabul edilir.

Jean Molière (1622 – 1673)

Dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri olarak kabul edilen Fransız oyun yazarı ve şairdi.

Thomas More (1478 – 1535)

İngiliz düşünür, hümanist ve yazardı. En önemli eserlerinden biri Ütopya‘dır.

Rönesans Edebiyatının Önemli Eserleri

Rönesans edebiyatının önemli eserleri olarak şunları listeleyebiliriz:

  • Deliliğe Övgü – Rotterdamlı Erasmus (1511)
  • Celestina – Fernando de Rojas (1514)
  • Prens – Niccolo Machiavelli (1532)
  • Gargantua ile Pantagruel – François Rebelais (1534)
  • Tormesli Lazarillo – (Anonim bir yazar tarafından yazılmıştır.) (1554)
  • Lusitanyalılar – Luís de Camões (1572)
  • Denemeler – Michel de Montaigne (1580)
  • Romeo ve Juliet – William Shakespeare(1595)
  • Don Kişot – Miguel de Cervantes (1605)
  • Ütopya – Thomas More

Kaynaklar:

Konu ile ilgili benzer içeriklere bu kategoriden ulaşabilirsiniz.

]]>
http://saribaykus.com/ronesans-edebiyati-ozellikleri/feed/ 0 Rönesans Diye Bir Şey Var Mı? (Dünya Tarihi) (Hızlandırılmış Kurs - Crash Course) nonadult
Kısaca Futbol Tarihi ⚽- Tarihin En İyi 5 Futbolcusu http://saribaykus.com/futbol-tarihi/ http://saribaykus.com/futbol-tarihi/#comments Fri, 27 May 2022 06:00:00 +0000 http://saribaykus.com/?p=1597 Günümüzün popüler sporlarından biri olan futbol ne zaman bulundu? Diğer ülkeleri nasıl etkiledi? Kısaca futbol tarihi ile ilgili bilgiler yazımızda…

Futbol Nedir?

Futbol (ayak topu), her biri on bir oyuncudan oluşan iki takım arasında oynanan bir takım sporudur. Oyunun amacı eller ve kollar hariç vücudun herhangi bir bölümüyle topu rakibin kalesine gol atmaktır. Kazanan, oyunun 90 dakikası boyunca en çok gol atmayı başaran takımdır.

Her takımın ceza sahası olarak adlandırılan kaleye yakın bir bölgede topu elleriyle kurtarabilen bir kalecisi vardır. Üç veya daha fazla hakem, kuralların doğru bir şekilde uygulanmasını sağlamak ve faul yapan oyuncuları cezalandırmak için oyunu yönetir.

Futbol Tarihi

Futbol dünyanın en popüler sporlarından biridir. Dört yılda bir Dünya Kupası için bir araya gelen ve yıl boyunca kendi düzenli liglerine sahip olan dünyanın hemen hemen her ülkesinde oynanır.

Futbolun dünya çapında yaklaşık 250 milyon oyuncusu olduğu ve dünya çapında yaklaşık 1,8 milyar taraftarı olduğu tahmin edilmektedir. Olimpik sporlardan biridir ve uluslararası liderliği FIFA tarafından yürütülmektedir.

Sporun antik kökenleri belirsizdir. Ancak benzer bir spor MÖ 3. yüzyılda Çin’de oynanmıştır. Futbolun bu uzak atasında Han Hanedanlığı askerleri ts’uh Kúh (luju ya da tsu chu olarak da bilinir) adı verilen ve ayaklarla küçük bir ağa top atmaktan oluşan bir egzersiz yaparlardı. Bazı varyantlarda, oyuncu bunu rakiplerinin fiziksel saldırılarına karşı kendini savunurken yapmak zorundaydı.

Yüzyıllar sonra modern futbola daha çok benzeyen, daha törensel Japon kemarisi gibi, bir topun mümkün olduğunca uzun süre havada tutulması ve elleri kullanmadan oyuncular arasında geçirilmesi gereken uygulamalar vardı.

Yunan episkyros’u ve Roma haspastrum’u gibi hakkında çok az bilgi bulunan batı varyantları da vardı. Eski Mezoamerikan halklarının yaklaşık 3.000 yıl önce benzer bir oyun oynadıkları ve Kuzey Amerika yerlilerinin de pasuckuakohowog demelerine rağmen aynı oyunu oynadıkları bugün bilinmektedir.

Futbol Tarihi

Ancak, bu eski sporların modern futbol üzerinde doğrudan bir etkisi olması pek olası değildir. Avrupa tarihinde buna en yakın olanı İngiliz ve Fransız gençleri tarafından oynanan oyunlardır. Genellikle Britanya Adaları’ndaki karnavallarda, bütün bir köyün katılabildiği durumlarda oynanırdı.

İtalyanlar, İngiliz varyantlarından daha az şiddetli ve Fransızlardan daha organize olan ve her biri 27 oyuncudan oluşan iki takımdan oluşan Floransa calcio’sunun en açık öncüsüne sahipti. XVI. yüzyıldan itibaren uygulanmış ve 1580 yılında Giovanni Bardi ilk resmi kurallar dizisini sunmuştur.

Modern Futbol Tarihi

Modern futbol tarihi 1863 yılına tarihlenir. Bununla birlikte, Britanya Adaları’nda futbolun Orta Çağ kadar erken bir tarihte var olduğuna dair kanıtlar vardır. Modern futbolun kökenleri 1863 yılında The Football Association‘ın kurulmasıyla başlar.

Futbol aslında çok şiddetli bir spordu. Ancak diğer ülkelerde, İtalya’da olduğu gibi daha az şiddetli ve daha iyi organize edilmiş bir şekilde oynandı. Floransa calcio’sunun ortaya çıktığı yer burasıdır. Bu durum bazı İngiliz okullarını etkilemiştir. İşte o zaman 1848 yılında farklı İngiliz okullarının temsilcileri bir araya geldi. Cambridge Üniversitesi’nde tanıştılar ve orada Cambridge Code’u oluşturdular. Bu, modern futbol kurallarının oluşturulmasında temel olacaktı. 1863 yılında futbol kuralları ilk kez resmi hale getirildi.

Futbol tarihinin en önemli kilometre taşları arasında şüphesiz Uluslararası Futbol Birliği Kurulu’nun ilk toplantısı ve sporun küresel ölçekte yayılmasına katkıda bulunan FIFA’nın kuruluşu yer almaktadır. Ayrıca 1930 yılında, dünyanın en çok izlenen spor etkinliği haline gelecek olan Dünya Kupası başlatıldı.

Modern Futbol Tarihinin Başlangıcı

Futbolun ortaya çıkışından bu yana, bu güzel oyun istikrarlı bir şekilde büyümüştür. Şu anda dünyanın en popüler sporu hâline gelmiştir.

İlk Resmi Uluslararası Futbol Maçı

İlk resmi uluslararası futbol maçı 30 Kasım 1872’de İskoçya’nın Glasgow kentinde İskoçya ve İngiltere arasında oynandı. Maç, şu anda İskoç Futbol Müzesi’ne ev sahipliği yapan Hamilton Crescent sahasında oynandı. Maç 0-0 beraberlikle sonuçlandı.

Kısaca Futbol Tarihinde Önemli Olaylar Kronolojisi

  • 1863 – Modern futbolun doğuşunu sağlayan Futbol Birliği’nin kuruluşu. Ancak futbolun kökeni Orta Çağ’a kadar uzanmaktadır.
  • 1872 – Futbol toplarının küre şeklinde olması gerektiği tanımlandı. Boyları 68.58 ile 71.12 santimetre arasında, ağırlıkları ise 368.5 ile 425.2 gram arasında olacaktı.
  • 1881 – Hakem figürünün ilk ortaya çıkışı.
  • 1886 – IFAB‘ın (Uluslararası Futbol Birliği Kurulu) kuruluşu.
  • 1891 – Penaltı vuruşlarının ve oyun alanında gerekli tüm çizgilerin uygulanması.
  • 1897 – Bir maç sırasında bir takımdaki oyuncu sayısının tanımı.
  • 1902 – Penaltı ve gol alanlarının oluşturulması.
  • 1904 – FIFA‘nın kuruluşu
  • 1916 – Conmebol’un (Güney Amerika Futbol Konfederasyonu) doğuşu.
  • 1930 – İlk Dünya Kupası düzenlendi.
  • 1954 – UEFA‘nın (Avrupa Futbol Federasyonları Birliği) kuruluşu.
  • 1955 – Şimdiki adı Şampiyonlar Ligi olan Avrupa Kupası’nın kabulü.

Dünya Kupası Tarihi

1928 yılında Jules Rimet liderliğindeki FIFA, ilk Futbol Dünya Kupası’nın düzenlenmesini onayladı. Bu ilk etkinlik 1930 yılında Uruguay‘da gerçekleştirilmiştir. Ev sahibi takım, Montevideo’da yeni inşa edilen Centenario Stadyumu’nda oynanan finalde Arjantin’i 4’e 2 yenerek zafere ulaştı.

O tarihten bu yana, İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı yıkım nedeniyle ara verilen 1942-1946 yılları arasındaki dönem hariç, Dünya Kupaları her dört yılda bir düzenlenmektedir.

Bugüne kadar 11’i Avrupa’da, 8’i Amerika’da, 1’i Asya’da ve 1’i Afrika’da olmak üzere 21 Dünya Kupası düzenlenmiştir. Brezilya milli takımı beş zaferle bu kupanın en büyük kazananı olurken, İtalya ve Almanya 4’er turnuva ile onu takip ediyor.

Futbol Tarihinin En İyi Oyuncuları

Futbol Tarihinin En İyi Oyuncuları

FIFA tarafından tanınan Uluslararası Futbol Tarihi ve İstatistikleri Federasyonu’na (IFFHS) göre 20. yüzyılda dünyanın en iyi 5 futbolcusu listesi aşağıdaki gibidir:

Pelé (Edson Arantes do Nascimento)

FIFA’ya göre yüzyılın en iyi oyuncusu ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne göre 20. yüzyılın en iyi sporcusu olan 1940 Brezilya doğumlu oyuncu, Brezilya milli takımıyla 1958, 1962 ve 1970 yıllarında Dünya Kupası’nı kazanarak tarihin en genç ve en başarılı oyuncusu oldu.

Johan Cruyff

1947’de doğan ve 2016’da ölen Hollandalı oyuncu. Avrupa’nın en iyi oyuncusu olarak kabul edilir. 3 kez Ballon d’Or ödülünü almıştır (1971, 1973 ve 1974) ve Rinus Michels’in “total futbol” olarak adlandırdığı futbolun en iyi temsilcisi olarak kabul edilir.

Franz Beckenbauer

1945 yılında Almanya’da doğan “Kayzer” lakaplı futbolcu, ülkesinin milli takımına 1974 ve 1976 Dünya Kupası zaferlerini yaşattı. Aynı zamanda 1972 Avrupa Şampiyonası’nda kaptanlık yaptı ve 1990 Kupası’nı kazandığında takımın teknik direktörüydü. Ayrıca 1972 ve 1976 yıllarında Avrupa’da Ballon d’Or ödülünü kazandı ve ülkesinin tarihindeki en iyi oyuncu olarak hatırlanıyor.

Alfredo Di Stefano

Futbol tarihinin en iyi oyuncuları arasında gösterilen İspanya doğumlu Arjantinli futbolcu ve teknik direktör. 1926 doğumlu, River Plate, Millonarios ve Real Madrid’in onursal oyuncusu, 2000 yılından 2014’teki ölümüne kadar Real Madrid’in onursal başkanıydı. Tüm zamanların en iyi oyuncularından biri olarak kabul edilir ve on bir sezon oynadıktan sonra emekli olduğunda Real Madrid’in en golcü oyuncusu olmuştur.

Diego Armando Maradona

1960’ta Buenos Aires’te doğan “El Diego” tarihin en ünlü, en beğenilen ve en tartışmalı futbolcularından biridir. Bir orta saha/forvet oyuncusu olarak 1986’da Dünya Kupası şampiyonu, 1990’da ikincisi ve 1979’da Dünya Gençlik Kupası şampiyonu oldu, doping nedeniyle ceza aldı. Arjantin liginde beş kez gol kralı oldu ve daha sonra televizyon sunuculuğu ile çeşitli milli takımlarda teknik direktörlük yaptı. Kurgu filmlerde ve belgesellerde rol aldı.

Açıkçası bu listeye ilerleyen yıllarda Arjantinli Lionel Messi ve Portekizli Cristiano Ronaldo gibi 21. yüzyılın güncel futbol yıldızlarının da ekleneceği muhtemeldir.

İlk Futbol Kulüpleri

Futbol kulüpleri 15. yüzyıldan beri var olmuştur. Ancak organize olmamış ve resmi bir statüleri olmamıştır. Bu nedenle ilk futbol kulübünün hangisi olduğuna karar vermek zordur. Bazı tarihçiler bunun 1824 yılında Edinburgh’da kurulan Foot-Ball Club olduğunu öne sürmektedir. İlk kulüpler genellikle eski okul öğrencileri tarafından kurulmuştur ve bu türden ilk kulüp 1855 yılında Sheffield‘da kurulmuştur. Profesyonel futbol kulüpleri arasında en eskisi 1862 yılında kurulan ve bugün hala varlığını sürdüren İngiliz kulübü Notts County’dir.

Takımların ortaya çıkmasında önemli bir adım, daha büyük insan gruplarının bir araya gelmesine yol açan sanayileşmedir. Futbol takımları büyük şehirlerde kuruldu ve yeni demiryolları onları diğer şehirlere taşıyabildi.

Başlangıçta futbola devlet okulu takımları hakimdi. Ancak daha sonra işçilerin oluşturduğu takımlar çoğunluğu oluşturacaktı. Bazı kulüpler en iyi oyunculara takımlarına katılmaları için para ödemeye istekli hale geldiklerinde bir başka değişim de art arda gerçekleşiyordu. Bu, oyunun profesyonel bir seviyeye ulaşacağı, sürtüşmesiz olmayan uzun bir geçiş döneminin başlangıcı olacaktı.

Oyunculara para ödemenin ardındaki motivasyon sadece daha fazla maç kazanmak değildi. 1880’lerde oyuna olan ilgi, maçlara bilet satılacak düzeye kadar ilerledi. Nihayetinde 1885 yılında profesyonel futbol yasallaştı ve üç yıl sonra Futbol Ligi kuruldu. İlk sezonda 12 kulüp lige katıldı. Ancak kısa süre sonra daha fazla kulüp ilgi duymaya başladı ve rekabet sonuç olarak daha fazla bölüme yayılacaktı.

Uzun bir süre boyunca İngiliz takımları baskın olacaktı. Birkaç on yıl sonra Prag, Budapeşte ve Sienna kulüpleri İngiliz hakimiyetinin başlıca rakipleri olacaktı.

Kadınların Futbola Katılımı

Tarihteki pek çok şeyde olduğu gibi futbol tarihinde de kadınlar arkaplanda bırakıldı. Kadınların futbol oynamaya başlaması 19. yüzyılın sonlarını buldu. İlk resmi kadın futbol maçı 1888’de Inverness’te gerçekleşti.

Futbol Tarihi ile İlgili İlginç Bilgiler

Kaynakça:

Kısaca Futbol Tarihi ⚽” yazımıza benzer içeriklere ulaşmak için bu bağlantıya tıklayabilirsiniz.

]]>
http://saribaykus.com/futbol-tarihi/feed/ 2
Rus Devrimi Nedir? – Nedenleri ve Sonuçları (1917-1923) http://saribaykus.com/rus-devrimi/ http://saribaykus.com/rus-devrimi/#respond Tue, 24 May 2022 23:48:44 +0000 http://saribaykus.com/?p=1574 Rus Devrimi, sadece SSCB’ye dönüşen Rus İmparatorluğu için değil, aynı zamanda dünyanın ilk sosyalist hükümetinin kurulmasına yol açtığı için de 20. yüzyılın en önemli olaylarından biridir. Peki Rus Devrimi nasıl gelişti?Nedenleri nelerdi ve sonuçları ne oldu?

Rus Devrimi Nedir? 🤔

Rus Devrimi, Şubat (Gregoryan takvimde Mart) ve Ekim 1917 tarihleri arasında gerçekleşen, Çarlık rejiminin devrilmesine ve dünyanın ilk sosyalist hükümetinin kurulmasına yol açan olaylar bütünüdür.

Rus Devrimi’ni iki aşamada incelemek gerekir. Çarlık hükümetinin devrildiği ve geçici bir hükümetin kurulduğu birinci devrim ve komünist bir hükümetin kurulması için bu geçici hükümetin ortadan kaldırıldığı ikinci devrim. Bunun nedenlerini anlamak için öncelikle Rus Devrimi öncesindeki tarihsel ve toplumsal bağlama bakmalıyız.

Rus Devriminin Önemli İsimleri

Lenin (1870-1924)

Vladimir Lenin

Politikacıdan filozofa, devrimciye ve Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin Bolşevik liderliğine kadar Rus komünist hareketinin büyük aktivistine kadar çeşitli yönleriyle tanınır. Zamanla harekete verdiği destek sayesinde SSCB’nin yani Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin lideri oldu. Onun desteği sayesinde Marx’ın siyasetine yaptığı katkıları da içeren Leninizm ortaya çıkmıştır.

Stalin (1878-1953)

Sovyet siyasetçi ve diktatör; Rus Devrimi’nin peşinde Lenin’in partisine katıldı. Hatta Troçki’nin sürgüne gönderilmesinden sonra, 1953’teki ölümüne kadar Lenin’in yerine hükümette yer aldı. Stalin, Rusya’yı ekonomik ve askeri açıdan güçlü bir ülke haline getirmesiyle dikkat çekiyordu; öyle ki bu güç ona İkinci Dünya Savaşı’nda zafer getirdi. Ama bu Sovyetler Birliği’ne pahalıya mal oldu. Çünkü halk için işkence anlamına geliyordu. Doğu Avrupa, tarihin en kana susamış liderlerinden biri olarak kabul edilebilecek Stalin sayesinde komünist oldu.

Yarı feodal bir rejime tabi tutulan halk, insanlık dışı koşullarda çalışırken ve yaşarken rejim tarafından önemli ölçüde istismar edildi. Ruslar iliklerine kadar çalışıyordu ancak hayatta kalmak için çok az kaynakları vardı. Bu yüzden insanlar kendilerini sürekli istismara maruz bırakan liderlerin yönetimi altında hasta, aç, yorgun ve bitkin durumdaydı.

Stalin

Stalin, Hitler ve Nazi Almanyası’nın yanı sıra başbakanı Winston Churchill olan İngiltere ya da ABD Başkanı D. Roosevelt de dahil olmak üzere hiç kimseyle anlaşma imzalamaktan çekinmedi. Öyle ki Doğu Avrupa’da SSCB’nin uyduları olan komünist rejimli bir dizi halk cumhuriyeti kurdu.

Rus devriminin önemli isimleri arasında yer alan Stalin, Komünizmi Türkiye, Yunanistan, Kore ve Çin gibi ülkelere yaymak için uğraştı. Ancak Amerika ile arası iyi değildi ve bu gerginlikler, diktatörün ölümüne kadar sürecek olan Soğuk Savaş’ın patlak vermesine yol açtı.

Troçki (1879-1940)

Bolşeviklerin Rusya’nın kontrolünü ele geçirdiği Ekim Devrimi’nin patlak vermesinden sorumlu olanlardan biri olarak bilinir. Yıl 1917’ydi ve bu, Troçki’nin de askeri işler komiseri olarak komuta edeceği bir iç savaşın yolunu açacaktı.

Troçki aynı zamanda Brest-Litovsk Barışı sayesinde Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmesiyle de anılır. Ayrıca, en az 14 yabancı orduyu ve Rus iç savaşına katılan Beyaz orduları yenebildiği güçlü Kızıl Ordu’yu yarattı. Bu başarıları ona Kızıl Bayrak Nişanı‘nı kazandırmıştır.

Lev Troçki

Troçki’nin siyasi ve ideolojik olarak Stalin’in rakibi olduğu da söylenmelidir. Tanınmış bir solcu olarak 1938’de Dördüncü Enternasyonal’i kurdu ve sol hareketlere liderlik etti. Tüm bunlar Stalin’in emriyle sürgüne gönderilmesine ve öldürülmesine yol açtı.

Aleksandr Kerenski (1881-1970)

Bu avukat Çarlık rejimini devirmeyi başarmış ve Şubat (Gregoryan takvimde Mart) Devrimi sırasında işbaşında olan geçici hükümetin önde gelen ismi olmuştur. Ancak Ekim Devrimi’nde aynı başarıyı gösterememiş ve sonunda zafere ulaşmıştır.

Bir avukat olarak muhteşemdi. Kusursuz hitabetiyle halkı kazandı ve ılımlı Rus sosyalizminin bir temsilcisi olarak takipçi kazandı. Petrograd Sovyeti üzerindeki etkisi o kadar büyüktü ki, Prens Lvov’un yerine hükümet başkanı olması istendi. Siyasi güçleri birleştirmeye çalıştı, ancak ordu gibi liberaller de onun iddialarına karşı çıktı.

Buna ek olarak, radikal sosyalistler Kerenski’nin otoriter bir lider olacağından korkarak ondan hiçbir zaman kabul edilmeyen ekonomik ve sosyal önlemler talep ettiler ve bu da hoşnutsuzluğu artırdı. Bolşevik Parti’yi bastırmaya çalıştı ancak başarısız oldu ve farklı siyasi güçlerden çeşitli hoşnutsuzları bir araya getirmek zorunda kaldı. Sonunda tutuklandı ve hapsedildi.

Paris’te sürgüne giden ve daha sonra ABD’ye giden lider, Bolşeviklere karşı yeniden siyasi gruplar oluşturmaya çalıştı. Ama başaramadı.

Rus Devrimi’nin Tarihi ✍️

Rusya’nın son Çarı ve Romanov hanedanının son temsilcisi Nicholas II, 1896’da taç giydiği andan itibaren halkını uzun yıllar boyunca tarihin en dramatik dönemlerinden birine, Avrupa mutlakiyetçiliğine sürükledi. Dahası, Japonya’ya karşı yürütülen savaş (Rus-Japon Savaşı) ve yeni iktidara gelen imparatoru Mutsuhito ile birlikte, 1904’te Doğu Asya’nın kuzeyinde bir bölge olan Mançurya’nın ele geçirilmesine yol açan açık bir emperyal politika başlattı.

Bunu izleyen yenilgi, çarlığın zayıflamasına ve giderek artan bir dizi iç çatışmanın büyümesine neden oldu. Bunlardan en önemlisi, tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçen ve Çar’a dilekçe vermek için düzenlenen bir gösteri sırasında polisin bin kişiyi öldürdüğü 1905 yılıydı.

Avrupa’da Mutlakiyetçilik

20. yüzyılın başında beklenmedik bir devrim olarak ortaya çıkan Çar’ın mutlakiyetçi rejiminin uzun süre devam edemeyeceğini düşünen pek çok kişi vardı. Ancak monarşinin yıkılmasının ardından Fransız Devrimi’nden sonra gerçekleşen en büyük devrimci olay olan Rus Devrimi’nin yaşanacağını kimse tahmin edemezdi. Bu olayın kökeninde otokrasinin, burjuvazinin ve liberal aristokrasinin artan siyasi katılım talepleriyle baş edememesi, sosyal ve tarımsal sorunu çözememesi yatmaktadır.

1.Dünya Savaşı’na Doğru 💣

1906 ve 1914 yılları arasında Rusya, bazı siyasi ve sivil özgürlüklerin kısmen tanındığı bir tür yarı temsili rejim elde etmeye çalışırken bir değişim girişimi gerçekleşti. Ancak Çarlık rejimi, köylülerin ve işçilerin artan taleplerini karşılamaktan aciz olduğunu kanıtladı.

Doğu Prusya sınırındaki siperlerde Rus birlikleri. Britannica, Inc.

Zaten dramatik olan bu durum, 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte çöktü. Rusya İmparatorluğu, Almanya’nın müttefiki Avusturya-Macaristan’a karşı hızlı bir zafer kazanma umuduyla Fransa ve İngiltere’nin yanında savaşa girdi. Ancak, başlangıçtaki bazı başarıların ardından Çarlık ordusu, on yıl önce Japonya karşısında yenilgiye uğramasına neden olan aynı yetersizliği gösterdi. Bu arada, çatışmanın gerginliği sadece siperlerdeki askerleri değil, aynı zamanda şehirlerdeki aç insan kitlelerini de etkiliyordu.

1917’de tüm ülke ekonomisinin içinde bulunduğu felaket durumu, iki milyondan fazla kişinin ölümüne neden oldu. Kıtlık ve gıda maddelerinin fiyatındaki artış, insanları öfkelendirip sokaklara döktü. Petrograd’dan 8-9 Mart 1917 (Ortodoks takvimine göre 23-24 Şubat) meydan gösterileri tüm ülkeye yayılarak Çarlık rejimini zor durumda bıraktı. İşçilere, bu arada bir sovyet kurmuş olan isyancı askeri birlikler de katılmıştı.

Nicholas II’nin Tahttan İnmesi ve Geçici Hükümetin Kurulması

Nicholas tahttan inerek Romanov hanedanının uzun imparatorluk tarihinin de sonunu ilan etmiş oldu. Çarın düşüşünden sonra, Duma üyeleri tarafından oluşturulan ve aristokrat Georgij Lvov ile Aleksandr Kerensky’nin (savaş bakanı) başkanlık ettiği liberal bir geçici hükümet, savaşı sürdürmek ve Batı yapılarından esinlenerek ülkenin ekonomik iyileşmesini sağlamak amacıyla yönetimi devraldı.

Rus Devriminin Nedenleri

Rus Devrimi, modern tarihin en şiddetli devrimlerinden biriydi. Bütün bir halkın ülkedeki durumdan duyduğu hoşnutsuzluğun patlamasıydı. Bununla birlikte, çok fazla iç mücadele ve anlaşmazlık da vardı ve halkın umduğu gibi olmayan sonuçlara yol açmıştı.

Devrimin patlak vermesinin ana nedenlerinden biri, I. Dünya Savaşı sırasında Almanya’ya karşı sürekli kaybedilen savaşlar nedeniyle Rus halkı açlık ve yoksulluk içindeyken, despotik bir güç kullanan ve mutlak zenginlik içinde yaşayan Çar Nicholas II’den duyulan memnuniyetsizlikti. Çar’ın imajı, zenginlik ve despotik yönetimle geçen hayatı nedeniyle en üst düzeyde zedelenmişti. Dahası, alt sınıfların ezilmesi, köylüler ya da mujikler tarafından işlenen geniş toprak parçaları üzerinde hâlâ kontrol sahibi olan birkaç feodal beyin sahip olduğu muazzam güçle tezat oluşturuyordu.

Ekim devriminin bir diğer nedeni de Sovyetler Birliği’nin fabrikalarına ve üretim merkezlerine hakim olan yabancı sermayenin ülkeye akın etmesiydi. Bu durum, insanlık dışı koşullarda çalışan işçilerin ortaya çıkmasına yol açtı. Protestolar kısa süre içinde giderek sıklaştı ve grevlere dönüşerek büyük çaplı isyanlarla sonuçlandı. Bu işçilerin çoğu Sovyetler olarak bilinen sendikal örgütler kurdu.

Ayrıca son zamanlarda Sovyet halkı arasında Marksist fikirler de önemli ölçüde yayılmıştı.

Rus Devriminin Gelişimi

İlk Rus devrimi Şubat (Gregoryan takvimde Mart) ayında gerçekleşti. Ortaya çıkan kaos ortamında Çar Nicholas II, devrimle savaşmak için yeterli askeri güce sahip olmadığını fark etti ve tek çözümün tahttan çekilmek olduğunu gördü. Bu noktada, geçici bir hükümet ülkenin kontrolünü ele geçirdi (sosyalistler ve demokratların geçici birliği sayesinde). Bu geçici hükümetin amacı, gelecekte yapılacak demokratik seçimler için sağlam bir temel oluşturmaktı.

Başta, işçilerden ve daha radikal sosyalist kesimlerden oluşan örgütler olan Sovyetler, devrimi yatıştırmak ve olası bir Çarlık geri dönüşü girişimini önlemek amacıyla geçici hükümetin görevlerini yerine getirmesine izin verdi. Ancak kısa süre sonra Sovyetler geçici hükümetten kopmaya başladı ve bir iktidar mücadelesi başladı. Geçici hükümet parlamentoyu ve devlet iktidarını elinde tutarken, Sovyetler işçilerin ve büyüyen sol kanadın desteğine sahipti.

Bu durum sonunda, Lenin liderliğindeki Bolşevik partisini oluşturan Sovyet işçilerinin geçici hükümeti devirdiği ve nihayetinde sosyalist bir hükümet kurduğu Ekim Devrimi‘ne yol açtı. Böylece 1917 Devrimi SSCB için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Bu dönem 20. yüzyıl boyunca, SSCB 1991’de dağılana kadar devam edecekti.

Rus Devriminin Sonuçları

Rus Devrimi, Sovyetler Birliği’nin toplumunda, ekonomisinde ve hatta kültüründe köklü bir değişime yol açtığı için önemli sonuçlar doğurmuştur.

İlk sonuç, Çarlık rejiminin ve Rus İmparatorluğu olarak adlandırılan bölgede yüzyıllardır mutlakiyetçi bir güç ve baskıya sahip olan Romanoff hanedanının devrilmesiydi. Onun yerine dünyanın ilk sosyalist devleti olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) kuruldu. Bu süreçte sosyalist fikirler benimsenmiş ve diğer anarşist ve komünist fikirler geliştirilmiştir.

Rus Devrimi aynı zamanda Lenin’in ölümünden sonra izlenecek yol konusunda bazı anlaşmazlıklara ve Stalin (devrimi Rusya’da sağlamlaştırmak isteyen) ve Troçki (genel bir devrim isteyen) gibi liderler arasında güç mücadelelerine yol açmıştır. Her halükarda, SSCB’de sosyalizmin kuruluşu zaten durdurulamazdı.

Rus Devrimi’nden sonra SSCB dünyanın önde gelen ekonomik güçlerinden biri haline geldi ve dağılana kadar da bu konumunu korudu. Diğer şeylerin yanı sıra, SSCB İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yenilmesinde etkili olmuş ve Soğuk Savaş sırasında kapitalist blok ile komünist blok arasındaki mücadeleyi sahneleyerek ABD ile dünya üstünlüğü için savaşan ülke olmuştur.

Rus devriminin yakın sonuçlarından bir diğeri de Almanya ile Brest-Litovsk Antlaşması’nın imzalanmasının ardından SSCB’nin I. Dünya Savaşı’ndan çıkması oldu.

Aynı zamanda yeni ekonomi politikalarının benimsenmesine de yol açmıştır. İlk olarak, köylülere üretim fazlasını satma konusunda daha fazla özgürlük tanıyan Yeni Ekonomik Politika (NEP) dayatıldı. Ancak Stalin’in iktidara gelmesiyle birlikte, emeğin kollektifleştirilmesini amaçlayan, bireysel köylü ya da işçinin ortadan kaldırılması ve ağır sanayiye mutlak öncelik verilmesi gibi başka önlemler de alındı.

1917 Rus Devriminin (Ekim Devrimi) Önemi

1917’deki Rus Devrimi 20. yüzyılın belirleyici olaylarından biriydi ve iki dünya savaşıyla aynı zamanda meydana geldi. Yaşanan olaylar bugün ortaya çıkan durumların nedenlerinin çoğunu koşullandırmıştır. Bu nedenle 1917 Rus (Ekim) Devrimi’nin neden bu kadar önemli olduğunu anlamak için onu bir bağlama oturtmak gerekir.

Gerçekleşen birçok ilgili olay nedeniyle tarihini anlamak belki biraz karmaşıktır. Rus Devrimi mutlakiyetçi bir siyasi örgütlenmeden komünist bir siyasi örgütlenmeye dönüşmüştür. Bunun nedeni, toplumun içinde geliştiği koşullardaki sürekli değişimlerdir.

Çarlık monarşisinin devrildiği 1917 Rus Devrimi, cumhuriyetçi Vladimir Lenin’in önderliğinde yeni bir devlet modeline yol açarak Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’ne ya da Komünist Rusya’ya dönüştü ve daha sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni (SSCB) oluşturdu.

Şubat (Gregoryan takvimde Mart) ve Ekim Devrimi, 20. yüzyıl tarihinde belirleyici olmuş ve bu yüzyılı tarihçiler tarafından en çok çalışılan yüzyıllardan biri haline getirmiştir. Dünyanın ilerici ve devrimci kesimleri bu dönemde ortaya çıkan Lenin, Stalin ve Troçki gibi liderlerin fikirlerinden ve ilkelerinden etkilenmiştir. Ancak uyguladıkları politikalarla yaşamak zorunda kalanlar içinse korku ve rekabete neden olmuşlardır.

Kaynakça:

Benzer yazılar için bu bağlantıya tıklayabilirsiniz.

]]>
http://saribaykus.com/rus-devrimi/feed/ 0
İspanya İç Savaşı Nedenleri ve Sonuçları (1936-1939) http://saribaykus.com/ispanya-ic-savasi/ http://saribaykus.com/ispanya-ic-savasi/#respond Sun, 22 May 2022 12:53:48 +0000 http://saribaykus.com/?p=1553 Bu yazımızda 1936 ve 1939 yılları arasında yaşanan İspanya İç Savaşı nedenleri ve sonuçları nelerdir? Savaşı kim kazandı? gibi soruları cevaplamaya çalışacağız.

İspanya İç Savaşı Nedir?

İspanya İç Savaşı, 18 Temmuz 1936 ile 1 Nisan 1939 tarihleri arasında İspanya’da Cumhuriyetçi ve Milliyetçi taraflar arasında yaşanan bir savaştı.

İkinci İspanya Cumhuriyeti sırasında yaşanan uzun bir siyasi, ekonomik ve sosyal kriz sürecinin sonucu olarak başladı. Kriz, ideolojik gerilimlerin arttığı uluslararası bir bağlamda sol ve sağ arasındaki kutuplaşmayı körükledi.

Savaşın tetikleyicisi, General Emilio Mola ve Francisco Franco tarafından gerçekleştirilen ve başlangıçta sadece bölgenin bir kısmını kontrol etmeyi başaran darbe girişimiydi. Nazi Almanyası ve Faşist İtalya tarafından desteklenen General Francisco Franco liderliğindeki Milliyetçiler, Sovyetler Birliği ve Müttefik ülkelerden yaklaşık 50.000 gönüllünün desteklediği Cumhuriyetçileri yenilgiye uğrattı. Böylece 1975’te Franco’nun ölümüyle birlikte sona erecek askeri bir diktatörlük kurulmuş oldu.

İspanya İç Savaşı Nedenleri

İspanyollar arasında böylesine kanlı bir savaşın etkilerini anlamak için İspanya İç Savaşı’nın nedenleri üzerinde durulmalıdır. İşte İspanya İç Savaşı nedenleri;

  • Sosyo-ekonomik eşitsizlikler: İspanya, artan işsizlik ve işçi grevlerinin damgasını vurduğu derin sosyo-ekonomik durumdan muzdaripti.
  • Solun destek bulması: Hayal kırıklıklarıyla karşı karşıya kalan işçiler ve köylüler, kimi ılımlı kimi radikal olmak üzere çeşitli biçimleriyle sol devrimci gruplara katıldılar.
  • Faşizmin yayılması: Muhafazakârlar Bolşevik tarzı bir komünist rejimin kurulmasından korkuyorlardı. Sonuç olarak, pek çok kişi o dönemde Avrupa’da yükselen faşist milliyetçiliği benimsedi.
  • Hükümetin kilise karşıtlığı: İkinci Cumhuriyet, Şubat ve Haziran 1936 arasında daha da radikalleşen Katolik Kilisesi’ne yönelik harekâtları teşvik etmişti. Başta mülklere el konulması, dini tarikatların kapatılması ve okullarda Hristiyan eğitiminin yasaklanması söz konusuydu. Bu durum daha sonra kiliselerin yıkılmasına ve rahiplerin öldürülmesine yol açtı.
  • Siyasi istikrarsızlık ve radikalleşme: İkinci Cumhuriyet, 1931’de ilan edilmesinden sonra birçok hükümet darbesi ve iç isyanla karşı karşıya kalmıştır. Hem sağda hem de solda artan radikalleşme, ılımlı kesimleri bir kenara itmiştir.
  • 1936’daki darbe girişimi: 17-18 Temmuz 1936’daki darbe girişimi İspanya İç Savaşı’nın tetikleyicisi olmuştu.

İspanya İç Savaşı’nın Tarafları

İspanya İç Savaşı dış yardımlarla güçlenen Cumhuriyetçiler’in ve Milliyetçi isyancıların arasında olmuştu.

Cumhuriyetçiler

İspanya iç savaşı sırasında Cumhuriyetçi milisler

Anayasal hükümete sadık kesimlerden oluşan bir halk cephesidir. İspanyol Sosyalist İşçi Partisi ile anarşistlerin, sendikacıların ve küçük bir komünist hareketin katıldığı cumhuriyetçi partilerin koalisyonuna köylü kesimi ,Proletarya ve Bask ile Katalan özerk hareketleri de katılmıştı.

Cumhuriyetçileri Destekleyenler

SSCB ve Meksika; Cumhuriyetçi güçleri siyasi, diplomatik ve askeri olarak destekledi. Ayrıca Uluslararası Tugaylar adı altında toplanan Avrupalı komünist partilerden oluşan uluslararası bir koalisyon tarafından da destekleniyorlardı.

Milliyetçiler

Kendine özgü Ulusal Savunma Cuntasını oluşturan ve isyancı İspanya’nın Devlet Başkanı olarak atanan General Francisco Franco‘nun başkanlık ettiği askeri yüksek komuta etrafında örgütlenmişti. Bu fraksiyon Falange Española, Confederación Española de Derechas Autónomas (CEDA) gibi muhafazakar siyasi hareketlerden oluşuyordu ve Katolik Kilisesi ile iş dünyasının elitleri tarafından destekleniyordu.

Milliyetçileri Destekleyenler

Batı demokrasileri (Fransa ve İngiltere) ihtiyatlı bir tarafsızlık sergilese de İtalyan ve Alman faşizminin halihazırdaki egemen güçleri Benito Mussolini ve Adolf Hitler, Franco’yu açıkça destekledi. Ayrıca Anónio de Oliveira Salazar komutasındaki Portekiz de isyancıları destekledi.

İspanya İç Savaşı’nın Önemli Olayları

Irún Muharebesi

Irún Muharebesi (Guipúzcoa, Bask Bölgesi) 27 Ağustos ve 5 Eylül 1936 tarihleri arasında gerçekleşmiştir. İsyancıların saldırısı Fransa ile karadan iletişimi kesmiş ve bu yolla yapılan silah sevkiyatını sekteye uğratmıştır.

Paracuellos Katliamı

Kasım 1936’da Cumhuriyetçi taraf sözde Paracuellos Katliamını gerçekleştirdi. Aralarında siyasi düşman olarak görülen 276 çocuğun da bulunduğu yaklaşık beş bin tutuklunun öldürülmesini içeriyordu.

Jarama Savaşı

6-27 Şubat 1937 tarihleri arasında gerçekleşen Jarama Savaşı ile isyancılar Madrid ve Valensiya arasındaki iletişimi kesmeye çalışmış, ancak Cumhuriyetçi taraf direnmeyi başarmıştır.

Kuzey Harekâtı

Kuzey Harekâtı ya da Kuzey Cephesi olarak da bilinen bu harekât, Nisan ve Ekim 1937 tarihleri arasında isyancılar tarafından gerçekleştirilen bir saldırıdır. İsyancılar Vizcaya, Asturias ve Santander’i ele geçirmeyi başardılar. Bunu yaparak, işgal altındaki bölgede sanayi, kömür ve çelik üretiminin kontrolünü sağladılar ki bu da çatışmada belirleyici bir strateji oldu.

Guernica’nın Bombalanması

Nisan 1937’de Condor Lejyonu ve Lejyoner Hava Kuvvetleri Bask bölgesindeki Guernica kasabasını bombaladı. Olay uluslararası kamuoyu üzerinde büyük bir etki yaratmıştı.

Brunete Savaşı

Brunete Muharebesi 6-25 Temmuz 1937 tarihleri arasında Madrid’in dış mahallelerinde gerçekleşmişti. Cumhuriyetçi saldırının amacı isyancıları kontrol altına almaktı. Ama bu manevra onları sadece zayıflattı.

Belchite Savaşı

Belchite Muharebesi (Zaragoza, Aragon) 24 Ağustos ve 7 Eylül 1937 tarihleri arasında Zaragoza taarruzu kapsamında gerçekleşmiştir. Cumhuriyetçiler, Bilbao’nun düşmesini önlemek ve isyancıların Kuzey Cephesi üzerindeki baskısını azaltmak için taarruza geçti. Strateji başarısız oldu.

Muhaliflerin Öldürülmesi

İç savaş boyunca, savaşan tarafların hakim olduğu her bölgede bir baskı ve iç tasfiye süreci yaşandı. Bu, her iki taraftaki muhaliflerin zulme uğramasını ve öldürülmesini içeriyordu.

Ebro Savaşı

25 Temmuz 1938’de, savaşın en uzun ve en acımasız çarpışması olarak bilinen Ebro Muharebesi (Tarragona, Katalonya) başladı. Savaş 16 Kasım’a kadar sürdü. İsyancı taraf galip geldi ve açıkça savaşın galibi olarak ortaya çıktı.

İspanya İç Savaşı Sonuçları

İspanya İç Savaşı Sonuçları

İspanya İç Savaşı’nın sonuçları şunlardır:

  • Savaşın yol açtığı ekonomik sorunlar savaştan sonra da düzelmemiş, sanayi kaybı ve binlerce işçinin ölümü, düzelmesi yıllar sürecek ciddi bir ekonomik krize neden olmuştur. Bir tarım ülkesi olmasına rağmen İspanya 1950’lere kadar gelişme göstermedi.
  • Savaşa neden olan yabancı ülkelerin etkileri savaştan sonra da devam etti. Öyle ki İspanya’nın resmi olarak hiç girmemesine rağmen İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya ve İtalya’ya yardım etmesine neden oldu.
  • Savaşa neden olan toplumsal eşitsizlikler savaştan sonra da devam etmiş ve öncekinden daha büyük bir eşitsizlik yaratmıştır. İşçiler ve köylüler tüm haklarını kaybederken, tüm ekonomik güç soyluların ve oligarşilerin elinde toplandı.
  • Savaşın ana destekçilerinden biri olan Kilise, isyancı tarafın zaferinden muazzam faydalar elde etti. Franco hükümetinden onlarca yıl boyunca yardım ve anlaşmalar aldı.
  • Franco’nun tüm İspanya için tek bir parti kurması ve tüm siyasi idealleri tek bir partide birleştirmesiyle siyasi partiler dönemi ortadan kalktı.
  • Savaşın yarattığı şiddeti engellemek için Franco güç kullandı. Şiddet kullanan herkesi ağır cezalara çarptırdı ve polisin bunu yapmak için mümkün olan tüm gücü kullanmasına izin verdi.

Kaynakça:

Konu ile ilgili daha fazla içerik için bu bağlantıya tıklayabilirsiniz.

]]>
http://saribaykus.com/ispanya-ic-savasi/feed/ 0 Dolores Ibárruri: İspanya İç Savaşı'na Çağrı (1936) | Türkçe Altyazılı nonadult
Faşist Devletin Özellikleri ve Sonuçları Nelerdir? http://saribaykus.com/fasist-devletin-ozellikleri/ http://saribaykus.com/fasist-devletin-ozellikleri/#respond Sat, 21 May 2022 15:20:28 +0000 http://saribaykus.com/?p=1539 Çoğu insanın aklına faşizm denince Adolf Hitler ve Nazi Almanyası gelir. Ancak faşizm, Hitler’den çok daha önce var olan bir siyasi ideolojidir. Faşist devletin özelliklerine bir göz atalım ve tarihi nasıl etkilediğini görelim.

Faşizm Nedir?

Faşizm, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından Benito Mussolini yönetimindeki İtalya’da doğmuş olan siyasi ve toplumsal bir harekettir. Bu, doktrini (ve diğer ülkelerde geliştirilen benzer doktrinler) faşist olarak adlandırılan totaliter ve milliyetçi bir harekettir.

İsmini Roma’nın sembolü olan fascio littorio’dan alan faşizm, 23 Mart 1919’da Milano’daki Piazza San Sepolcro’da doğdu. Benito Mussolini iktidara gelmeden üç yıl önce, ünlü Roma Yürüyüşü’nün ardından Fasci Italiani di Combattimento’yu kurdu. Başlangıçtaki programı çok radikal, ruhban karşıtı ve cumhuriyetçiydi; İtalyan toplumunun en muhafazakar kesimlerine hitap etmek zorunda kaldığı gerici doktrinden hala çok uzaktı.

Birinci Dünya Savaşı’nın (1914-1918) bir ürünü olarak faşizm; ekonomik kriz, liberal devletin siyasi istikrarsızlığı ve toplumsal huzursuzluk bağlamında ortaya çıkmıştır. İtalyan Faşist rejimi ve Alman Üçüncü Reich’ı kavramın başlıca tarihsel tezahürleri olsa da, İspanya’daki Francisco Franco ve Portekiz’deki Antonio Salazar gibi diktatörlükler de Faşist unsurları ve sembolleri bünyelerinde barındırmışlardır.

Faşizm Kelimesinin Anlamı

Faşist Devletin Özellikleri

Faşizm ismi Latince “demet” anlamına gelen fasces‘den gelmektedir. Bir balta başının etrafına bağlanmış çubuklardan oluşan ve “hükümdarın gücünü” ifade eden eski bir Etrüsk sembolüne atıfta bulunmaktadır. Mussolini ordusuna hitap etmek için fasce adını kullandı.

Faşizmin Kökeni

Faşizmin kökeni, filozof Friedrich Nietzsche’nin fikirlerinden büyük ölçüde etkilenmiş bir yazar olan Gabriele D’Annunzio adlı bir İtalyan şaire dayanmaktadır. Aşırı milliyetçi fikirlerini daha da güçlendirdiği I. Dünya Savaşı sırasında da askerlik yapmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, galip devletler (Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa ve İtalya) fethedilen toprakları paylaştı. Ancak İtalya hakkı olduğunu toprakları alamadığını düşündü. D’Annunzio bu duruma isyan etti ve 2.000 askerden oluşan bir orduyla, zaten çok sayıda İtalyan’ın yaşadığı Fiume (şimdiki Hırvatistan) şehrini ele geçirdi.

D’Annunzio, 1920’de sendikacı Alceste d’Ambris ile birlikte Carnaro Tüzüğü adında bir anayasa yazdı ve Fiume’de demokrasiyi göz ardı ederek kendisine özel yetkiler atfettiği özel bir rejim kurdu. Rejimi eleştiren ya da rejime karşı çıkan herkese baskı ve işkence yapmakla görevli kara gömlekli askerlerden oluşan bir grup kurdu.

Faşizm ile Yönetilen Ülkeler

Faşizm, toplumun tüm yönleri üzerinde kontrol uygulayan güçlü bir merkezi hükümeti savunan siyasi felsefedir. Faşizm genellikle bir kukla olarak görülen güçlü bir lider ve ulusal gurur ile zafere olan inancı içerir.

Birçok ülke tarihlerinin bir döneminde faşist hükümetler tarafından yönetilmiştir. Nazi Almanya’sı, Mussolini’nin İtalya’sı ve Franco’nun İspanya’sı bazı önemli örneklerdir.

Faşist hükümetler genellikle ulusal kriz dönemlerinde, insanların suçlayacak birilerini aradığı zamanlarda iktidara geldi. Bu durum genellikle Yahudiler, çingeneler ve eşcinseller gibi azınlık gruplarının günah keçisi ilan edilmesine yol açmıştır.

Faşist rejimler tipik olarak geleneksel değerlere dönüşü ve modernitenin reddini teşvik eder. Ayrıca son derece militarist olma eğilimindedirler ve genellikle saldırgan dış politikalar izlerler.

Faşizm tartışmalı bir siyasi felsefedir ve doğası gereği tehlikeli ve baskıcı olduğunu savunan pek çok kişi vardır. Bununla birlikte, doğru şekilde kullanıldığında faşizmin olumlu bir güç olabileceğini savunanlar da vardır.

Benito Mussolini – Faşist Devletin Özellikleri

Faşizmin Kurucusu – Benito Mussolini

Buna paralel olarak, Ulusal Faşist Parti lideri Benito Mussolini de giderek daha fazla güç kazanıyordu. Mussolini, İtalya’nın savaştan sonra elde ettiği az sayıdaki kazanımla ilgili toplumsal huzursuzluktan yararlandı ve İtalya’nın tüm sorunlarının sorumlusu olarak sosyalizmi ve komünizmi suçladı. Kara Gömlekliler olarak da adlandırılan, baskı ve işkence uygulayan bir askeri orduyla onlara saldırdı. İktidara geldikten sonra Mussolini, D’Annunzio’nun Fiume’de aldığı birçok fikir aldı.

Adolf Hitler

1933 yılında Adolf Hitler Almanya’da iktidarı ele geçirdi ve üstün kabul ettiği Ari ırkına mensup olmayan herkese karşı güçlü bir ırkçı gündemle faşist bir vizyon benimsedi. Hitler, Yahudiler’in yanı sıra çingenelere, eşcinsellere ve akıl hastalarına da karşıydı. Nasyonal Sosyalist partiyi kurdu ama bunun adında da bulunan sosyalist ideolojilerle hiçbir ilgisi yoktu.

Francisco Franco

1936 yılında İspanyol askeri diktatör Francisco Franco İspanya’da bir darbe düzenledi. Ancak darbe başkentte başarısız oldu ve Cumhuriyetçiler ile devrimciler arasında iki yıldan fazla süren silahlı bir iç savaşa yol açtı. 1939’da Franco güçlü bir askeri destekle zafer kazandı.

Belirli tarihsel olayların ötesinde, tarihçiler ve siyaset bilimciler arasında faşizmin kökenleri konusunda bazı anlaşmazlıklar olmuştur. Bazıları onu Fransız Devrimi’ndeki Jakobenlerle ideolojik bağları olan bir toplumsal hareket olarak görürken, diğerleri Aydınlanma ideallerine karşı 19. yüzyıldaki bir tepkiden esinlenen aşırı bir muhafazakarlık biçimi olarak görmektedir.

Faşist Devletin Özellikleri Nelerdir?

Faşist Devletin Özellikleri Nelerdir?

Faşist devletin özellikleri şunlardır:

  • Devlet iktidarının tüm kollarını, astlarından mutlak itaat talep eden yüce bir liderde toplar. Bu lider (İtalya’da Duce, Almanya’da Führer, Romanya’da Conducator olarak adlandırılır) yanılmaz olarak kabul edilir, böylece hiç kimse onun kararlarını sorgulayamaz.
  • Demokratik sistemi reddeder. Seçilmiş partinin siyasi hayatta yasal olarak hareket etme ve devlet görevinde bulunma hakkına sahip tek parti olduğunu ilan eder. Tek bir partinin toplumun çıkarlarını bir bütün olarak temsil ettiği iddiası faşizmi totaliter bir hareket haline getirmiştir.
  • Faşist rejimde muhalefet düşünülemez. Belli bir grupta olduğu gibi muhalif partiler baskı altına alınır ya da sürgüne zorlanır.
  • Ekonomik kalkınma için gerekli hammaddelerin temin edilmesini sağlayacak bir yaşam alanı arayışıyla komşu ülkelerin fethini teşvik eden yayılmacı politikaları destekler.
Faşist Devletin Özellikleri
  • Devletin ideallerini savunmak ve hem iç hem de dış düşmanlarla savaşmak için hazırlıklı olunması gerektiğini bildirerek silahlı kuvvetlerin gelişimine öncelik verir.
  • Birey ya da sınıf çıkarları yerine korporatizm fikrini yücelten bir ideolojiye sahip olması faşist devletin özellikleri arasında yer alır.
  • Halkın desteğini kazanmak için medyayı manipüle eder. Film, radyo, gazete ve televizyon propagandası, faşizmin halkı geçmişte kaybedilen toprakları geri almak, komünizmin yayılmasını durdurmak veya ulusal toprakları genişletmek gibi belirli hedefler etrafında birleştirecek bir ideoloji yaratma stratejisinde temel bir rol oynamıştır.
  • Eğitimi, faşist ideoloji fikirlerini yüceltecek şekilde kontrol etmesi faşist devletin özellikleri arasındadır.

Faşizm Neyi Savunur?

Faşizm, güçlü bir merkezi hükümeti, ekonomi üzerinde sıkı kontrolleri ve sınırlı sivil özgürlükleri savunan siyasi bir ideolojidir. Faşistler bir ulusun, halkı birleştiğinde ve kontrol edildiğinde güçlü olduğuna inanırlar. Ayrıca hükümetin ekonomi üzerinde tam kontrole sahip olması ve işletmelerin özel kâr için değil devlet yararına işletilmesi gerektiğine inanırlar. Faşistler tipik olarak demokrasiye ve bireysel haklara karşıdır ve hedeflerine ulaşmak için genellikle şiddet ve gözdağı kullanırlar.

Faşizmin Sonuçları

Faşist rejimler arkalarında bir dizi ciddi sonuç bırakmıştır. En önemlileri arasında şunları sayabiliriz:

  • Liberal ve demokratik kurumsallığın yok edilmesi: Faşist liderler, görev süreleri boyunca liberal ve demokratik kurumları tamamen ortadan kaldırmış ve gerici ile muhafazakâr bir ideolojiyi teşvik etmişlerdir.
  • Siyasi ve sivil özgürlüklerin sonu: Faşist rejimler özellikle belirli etnik gruplar için sivil ve siyasi özgürlükleri tamamen kısıtlanmıştır.
  • İkinci Dünya Savaşı: Almanya ve İtalya’nın şiddetlenen milliyetçiliği ve liderlerinin emperyalist hevesleri, milyonlarca insanın ölümüne ve Avrupa ekonomisinin çökmesine neden olan İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine yol açtı.

Faşizm ve Komünizm Arasındaki Fark

Faşizm ve Komünizmin değerleri, ideolojileri ve amaçları çok farklıdır. Ancak uygulamada her ikisi de tek parti sistemini desteklemekte ve çoğulculuk ile liberalizm karşıtıdır. Faşizmin ne olduğunu daha iyi anlamak için komünizmle arasındaki üç farka değineceğiz.

  • İdeolojik söylemi açısından: Faşizm, düzenin garantörü olarak gördüğü geleneğin ve ulusun kurucu mitlerine başvurur. Komünizm yeni bir toplum ve yeni bir insan yaratmak ister. Bu nedenle kendisini bir devrim hareketi olarak görür.
  • Kapsamı açısından: Faşizm aşırı milliyetçi bir harekettir ve hangi sosyal sınıfa mensup olursa olsun tüm milleti ulusu kurtarmaya çağırır. Öte yandan komünizm, Marksist sınıf anlayışı ilkesine dayanır ve bu nedenle enternasyonalisttir.
  • İktidar hiyerarşisine açısından: Faşizm yukarıdan aşağıya dikey hiyerarşiyi açıkça savunur. Emir komuta karizmatik liderden gelir. Komünizmde iktidar, teoride proletaryanın çıkarlarını (sendikalar, kooperatifler, komünal konseyler, vs.) savunan iktidar partisinde merkezileşmiştir.

Faşizm ve Nazizm

İtalyan Faşizmi ve Alman Nazizmi, 1929’daki acımasız ekonomik krizden (“Büyük Buhran”) ve bu krizin, Birinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış ve geleceğin diktatörleri Benito Mussolini ve Adolf Hitler’in liderliğinde kışkırtılmış halklarında yarattığı memnuniyetsizlikten doğan kardeş hareketlerdi.

Her iki lider de siyasi gücü elde ettiler ve toplumu istedikleri gibi yeniden düzenlediler. Vatandaşları militer düzene soktular ve azınlıkların, özellikle de Yahudilerin haklarını baltaladılar. Faşist söylemde, özellikle de Alman söyleminde, bu azınlıklar daha güçlü halklara büyümek ve gelişmek için yeterli “yaşam alanı” (Hitler’in kendi sözleriyle Lebensraum) sağlamak amacıyla yok edilmeye veya köleleştirilmeye mahkum “aşağı ırklar” olarak görülüyordu.

Solda Benito Mussolini ve Sağda Adolf Hitler – Faşist Devletin Özellikleri

Darwinizm’in bir tür sosyal çarpıtması olan bu fikirler, onları Doğu Avrupa uluslarını fethetmeye ve toplama ve imha kampları inşa etmeye yöneltti. Birlikte İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa, İngiltere ve ABD’den oluşan Müttefik güçlere ve yeni kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne karşı savaştılar.

Ne faşizm ne de Nazizm savaştan sağ çıkabilmiştir. İtalya 1943’te Sicilya’nın işgal edilmesiyle baskı altına alındı. İtalyan Kralı, Müttefik kuvvetlerle ateşkes imzalamak için Mussolini’nin tutuklanmasını emretti. Bu durum Nazi Almanya’sını bir kurtarma operasyonuyla İtalya’yı işgal etmeye zorladı ve ülkenin kuzeyinde Nazi kuklası bir devlet olan İtalyan Sosyal Cumhuriyeti kuruldu.

1945 yılında bu faşist cumhuriyet Müttefikler tarafından işgal edildi ve Mussolini, metresi Clara Petacci ve rejiminin diğer liderleriyle birlikte İsviçre sınırını geçerek kaçmaya çalıştı. Ancak yolda, İtalyan komünist partizanlardan oluşan bir devriye onları tanıdı ve tutukladı. Milano’ya götürüldüler ve orada alenen idam edildiler.

Nazi rejimi ise yaşam alanı verdiği toprakları işgal etme ve kominizmi yok etme fikri ile yok oldu. Nisan 1945’te Kızıl Ordu, Hitler’in Reich Şansölyeliği yakınındaki sığınağında saklandığı Berlin’e girdi. Orada diktatör ve metresi Eva Braun intihar etti. Cesetleri Almanya’nın tamamen yenilip teslim olmasından saatler önce yakılmıştı.

Yakın Geçmişte ve Günümüzde Faşizm

Faşist Devletin Özellikleri

Sık sık Neo-Faşizm ya da Neo-Nazizm adı altında faşizmin yeniden canlanmasından söz ediliyor. 1980’lerde ve 1990’larda ortaya çıkan birçok Avrupalı hareket bu ideolojiyi benimsemiş ve sokak şiddeti ile ırkçı milliyetçiliğe yönelik bir eğilim sergilemiştir. Ancak, ülkelerinin siyasi manzarasında o kadar da önemli bir rol oynamadılar.

21’inci yüzyılın başında Avusturya, Fransa ve Macaristan gibi orta ve doğu Avrupa ülkelerinde çeşitli aşırı sağ partiler ortaya çıktı. Bazı durumlarda seçimler yoluyla iktidarı kazanmayı başardılar. Ancak bunların hiçbiri gerçekte faşist usullerin yeniden canlandırılması değil, aynı aşırı milliyetçi ve yabancı düşmanı duyguların özelliklerini paylaşan çok daha ılımlı versiyonlarıydı.

Faşizmin amacı nedir?

Faşizmin amacı, karizmatik bir liderin komutası altında anavatan, düzen ve gelenek ilkelerine dayanan kurumsal bir toplum fikrine sahip çıkmaktır. Bu ideoloji 20. yüzyılın ilk yarısında muazzam bir siyasi etkiye sahip olmuş ve İtalya ile Almanya gibi ülkelerde bir rejim hâline gelmiştir.

Faşizmin kurucusu kimdir?

İtalyan diktatör Benito Mussolini’dir.

Kaynakça:

Faşist Devletin Özellikleri ve Sonuçları adlı yazımıza benzer olarak Kısaca Marksizm Nedir? yazımıza da göz atabilirsiniz.

]]>
http://saribaykus.com/fasist-devletin-ozellikleri/feed/ 0
2.Dünya Savaşı’nın İkonik Silahı: M1 Garand http://saribaykus.com/m1-garand/ http://saribaykus.com/m1-garand/#respond Wed, 11 May 2022 17:44:52 +0000 http://saribaykus.com/?p=7 Bu makalede 2.Dünya Savaşı ve Kore Savaşı sırasında ABD ve müttefikleri tarafından sıkça kullanılan bir silahı inceleyeceğiz. Bu silah, kendisini Call of Duty, Medal of Honor oyunları ve “Er Ryan’ı Kurtarmak” filminden tanığımız, kendine özgü klips sesi olan M1 Garand tüfeği…

M1 Garand Tüfeği Hikayesi

Tüfeğin mucidi genellikle John Garand olarak bilinir. Ancak asıl adı Jean Cantius Garand‘dı. Ailenin on iki çocuğundan biri olarak Kanada’da doğdu. Ailesi o daha bebekken Connecticut’a taşındı. O ve kardeşleri, erken yaşlardan itibaren tekstil fabrikalarında çalıştı. Ayrıca bir atış galerisinde çalışırken silahlara ve atışa ilgi duydu.

İlgisi zamanla silahları bir hobi olarak tasarlamaya kadar arttı. Ancak 1917 yılında orduya hafif makineli tüfek tasarımı sunup, başvurusu seçildiğinde tutkusu artık ciddileşmişti. Kendisini kısa bir süre sonra ABD’nin başlıca silah üretim merkezlerinden biri olan Springfield Armory‘debuldu. Uzun bir süre Amerika Birleşik Devletleri’nin standart tüfeği olan ,yarı otomatik M1 tüfeğinin hikâyesi de burada başladı.

M1 Garand’ın Tasarımı ve Üretimi

M1 Garand

Silah tasarımcısı John Garand tarafından 1920’ler ve 1930’larda Massachusetts’teki Springfield Armory’de geliştirilen bu tüfek, 1932’de kabul edilerek ABD Ordusu’nun standart silahı haline gelmiş ve 1936’da dönemin Genelkurmay Başkanı General Douglas MacArthur’un kararıyla resmen hizmete girmiştir.

İlk üretim modeli 21 Temmuz 1937’de başarıyla test edildi. Dünya Savaşı’nda görev yapmış ve mükemmel bir tüfek olduğunu kanıtlamıştır. Japonlar savaşın sonunda kendi kullanımları için M1’in prototip bir kopyasını geliştirdiler. Kore Savaşı’nda da öne çıkmıştır. Resmi olarak 1957 yılında M14 tüfeği ile değiştirilmiş olmasına rağmen bazı Garandlar Vietnam Savaşı’nda kullanılmıştır. M14’e geçiş, keskin nişancı versiyonları hariç, 1965 yılına kadar sürdü. Dünya Savaşı’nda üretilen bu versiyonlar, Kore Savaşı’nda ve Vietnam Savaşı’nın bir bölümünde de kullanıldı.

M1 Garand gazla çalışan, yarı otomatik, şarjörlü bir tüfekti. Besleme sisteminin, özellikle de kullandığı şarjör comb sisteminin kendine has özellikleri vardı. Ordu, comblara doldurulacak sabit bir şarjör istiyordu. Çıkarılabilir bir şarjörün hasar görmeye ve kaybolmaya eğilimli olduğunu düşünüyorlardı. John Pedersen, mühimmatın sabit şarjöre yerleştirilmesini sağlayan bir blok comb geliştirdi. Bir yay kullanılarak basınç sabit tutulmuştu. Son mermi ateşlendiğinde, boş comb otomatik olarak dışarı atılır ve karakteristik ping sesi duyulur.

Orijinal tüfekler, bir namlu adaptörü gerektiren pek de güvenilmez bir gaz sistemi kullanıyordu. Bu sistem, delikli bir gaz portundan oluşan daha basit bir sistem olarak değiştirildi.

Her iki sistemde de genişleyen gazlar gaz silindirine (namlunun altındaki tüp) yönlendirilmişti. Burada gaz, bir çubuğa bağlı olan bir pistonu tetikliyordu. Çubuk gaz basıncı tarafından geri itilmiş ve bir yay tarafından orijinal konumuna geri döndürülüyordu. Çubuk, haznenin içindeki döner sürgüye bağlıydı ve tüfek ateşlendiğinde dönerek yeniden doldurma döngüsünü başlatıyordu.

Springfield Armory 1930’ların sonlarında mütevazı miktarlarda M1 Garand üretti ve 1940’tan 1945’e kadar üretimi artırdı. Avrupa’da savaşın patlak vermesinden sonra Connecticut’taki Winchester Repeating Arms, M1 Garand için bir sözleşme imzaladı. Winchester’dan teslimatlar 1941’de başladı ve 1945’te sona erdi.

M1 Garand’ın Özellikleri

1932 yılında tasarlanan Garand’ın tam olarak kullanılabilir hâle gelmesi 1936 yılını buldu. Öyle ki 2.Dünya Savaşı’nda etkin kullanılan olan bu silah, ABD ve müttefik ordulara sahada özellikleriyle oldukça faydalı oldu. Peki Garand’ı efsane yapan özellikler nelerdi?

M1 Tüfeği; hava soğutmalı, gazla çalışan, klipsli, omuzdan ateş etme özelliği olan dünyanın ilk yarı otomatik silahıydı.

Tüfek üç ana parçaya ayrılıyordu. Bunlar;

  • Namlu ve namlu yatağı,
  • Dipçik ve
  • Tetik tertibatıydı.

Gövde Kısmı

Gövdesinin ceviz ağacından yapılmasının yanında dipçiğinin bulunması onu bir nevi eski bir silahmış gibi gösterse de yarı otomatik oluşu onu döneminin ilerisine taşıdı.

Yaklaşık 4.3 kilogram ağırlığındaki bu silahın parçalarının hızlı bir şekilde sökülüp takılması onu oldukça popüler yapmıştı.

Bomba Aparatı

Düşmana antitank özellikli M31 Heat modeli bombalar atabilmek için süngünün ucunda bir aparat bulunuyordu. Buna “M7 Fırlatıcı” adı verilmekteydi. Aparata bombanın menzilini uzatmak için ayrıca “Vitamin Hapı” denilen ilave bir barut konulabiliyordu. Silahın bomba atar özellikte olması Kore ve Vietnam Savaşları’nda kolaylık sağlamıştı.

Süngü Taşıyıcı

Merminin bittiği anda göğüs göğüse çarpışma savaşın bir dönem vazgeçilmeziydi. Durum böyle olunca M1 Garand’a süngü takılabilmesi için süngü taşıyıcı ilave edilmişti. Namlunun altında bulunan bulunan kısım daha önce boyu 40 cm’ye kadar çıkabilen süngülere uyum sağlıyordu. Ancak 2.Dünya Savaşı’nda daha çok 25 cm’lik süngüler tercih edilmekteydi.

Şarjör

M1 tüfeğinin şarjörü yaygın tasarımın aksine alttan değil, üstten dolduruluyordu. 8 fişeğin yerleştirildiği klips bittiğinde kendine özgü metalik bir ses çıkarıyordu. Bu ses Call of Duty gibi oyunlarda kulağa hoş gelse de, 2.Dünya Savaşı’nda ABD’li askerleri oldukça tedirgin ediyordu. Çünkü düşman askeri merminin bittiğini bu metalik sesten anlayabiliyordu. Ayrıca yeni klipsin takılması öyle kolay da değildi.

Call of Duty oyununda bir M1 Garand tüfeği  (Fotoğraf: moddb.com)

Efsane Tüfek: M1 Garand

2.Dünya Savaşı’nın ikonik silahı M1 Garand oldukça başarılı ve haklı bir ün yaptı. Hatta ABD’li general George Patton onun için şu cümleyi kullanmıştı.

“Şimdiye kadar tasarlanmış en büyük savaş aleti”

— George Patton

1936 yılında ABD ordusunun ana piyade silahı olan M1, dünyanın ilk yarı otomatik tüfeğidir. 1937 yılında seri üretime geçen silah bu standardını 1957 yılına kadar sürdürmüştür.

ABD ve müttefikleri tarafından kullanılan silah ülkemizde de acemi birliklerin eğitimi için kullanılmıştır.

Kaynakça:

Benzer konular için bu bağlantıya tıklayabilirsiniz.

]]>
http://saribaykus.com/m1-garand/feed/ 0